AK Parti, Komisyon raporunu sundu. Abdülhamit Gül: “Müstakil ve geçici bir kanun olması yönünde önerimiz var. Geçiş hukuku anlamında değil, geçici kanun ve müstakil kanun; bu meseleye özgü bir kanun önerimiz var.”
AK Parti, TBMM’de çözüm süreci için kurulan Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu raporunu TBMM Genel Sekreterliği’ne sundu.
AK Parti’nin 60 sayfalık raporunda 15 başlık yer alıyor.
AK Parti Grup Başkanvekili Abdülhamit Gül, raporu teslim etmelerinin ardından gazetecilere konuştu.
Gül, süreçle ilgili “Müstakil ve geçici bir kanun olması yönünde bir önerimiz var. Geçiş hukuku anlamında değil, geçici kanun ve müstakil kanun; bu meseleye özgü bir kanun önerimiz var” diye konuştu.
Feti Yıldız: “AK Parti raporunun teyit mekanizması bölümü MHP’nin raporundaki teyitle paralellik taşımaktadır”
MHP Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız, X hesabından AK Parti’nin Komisyon raporu hakkında şunları yazdı:
“AK Parti raporunun teyit mekanizması bölümü, Milliyetçi Hareket Partisi’nin raporunda belirtilen teyit ve bu durumun resmi olarak ilanı ile tam bir paralellik taşımaktadır.
İlkesel Eşik: Tespit ve Teyit Mekanizması
Terör örgütünün silah bırakmasının, kendisini tasfiye ettiğinin, varlığının sona erdirilmesinin devlet tarafından tespit ve teyit edilmesi, sürecin en önemli noktasıdır.
Bu an, sadece sahada bir fiil değişikliğinin kaydı değil, aynı zamanda hukuki işlemler için bir başlangıçtır. Bu tespit ve teyit olmadan hiçbir ileri aşamaya geçilmemelidir.
Tespit ve teyit anı hem ilgili kurumlar hem de hukuk düzeni açısından yeni bir dönemin miladı olarak görülmelidir. Çünkü bu aşamada devlet kurumları, bir yandan silahlı örgüt tehdidinin sona erdiğini kayda geçirirken, diğer yandan da bu duruma uygun düşen yeni bir hukuk ve politika çerçevesini yürürlüğe koymak üzere hareket alanı elde edecektir.
Tespit ve teyit süreci devletin ilgili güvenlik kurumları arasında sağlanacak koordinasyonla, objektif, ölçülebilir ve kriterlere bağlanmış göstergeler üzerinden yapılmalı; bu sürecin usul ve esasları yürürlükte bulunan uygulamalar dikkate alınarak yürütülmelidir.
Örgütün silahlı kapasitesinin ortadan kalktığına, lojistik ağların sürdürülebilir bir tehdit oluşturamayacak ölçüde dağıtıldığına ve silahların sahada tekrar kullanılmasına imkân bırakmayacak biçimde imha edildiğine dair somut tespit ve delillerle ortaya konulmalıdır.
Süreç boyunca uygulanacak yöntemler şeffaf olmalı; idari kararlar ile bunlara esas teşkil eden delil, bilgi ve kıstaslar kayıt altına alınmalı ve gerektiğinde yargısal ya da hukuki incelemeye tabi tutulabilecek biçimde muhafaza edilmelidir.
Bu amaçla, tespit sürecinde kullanılan veri toplama, analiz ve raporlama mekanizmalarının tamamı kurumsal arşivlerde düzenli biçimde saklanmalı; böylece ileride doğabilecek bireysel başvurular, anayasal denetim süreçleri veya Meclisin denetim yolları bakımından sağlıklı inceleme yapılabilmesine imkân sağlanmalıdır.
Bu ilkesel eşik, sürecin başlangıcını belirleyecek, sonrasında atılacak bütün yasal ve idari adımların temelini teşkil edecektir.
Bu nedenle tespit ve teyidin sağlanmasında gösterilecek hassasiyet, sürecin kalıcı bir huzur ve toplumsal güven üretme kapasitesini doğrudan etkileyecektir.
Yanlış, eksik veya zamansız bir tespit hem toplumun adalet duygusunu sarsma hem de güvenlik risklerini yeniden üretme ihtimali barındırdığından, tespit ve teyit mekanizmasının titizlikle yürütülmesi, sürecin geleceği açısından en kritik güvencelerden biri olacaktır.
Son olarak, tespit ve teyit kararının alınması ne bir pazarlık ne de keyfi bir tasarruf zemini olacaktır. Bu karar, devletin güvenlik ve hukuki yetkisinin birleştiği, ölçülebilir delillere dayanan, şeffaf ve denetlenebilir bir kurumlar arası mutabakat neticesinde tesis edilecektir. Bu çerçeve hem milletimizin güven duygusunu pekiştirecek hem de ileride oluşabilecek hukuki ve toplumsal tartışmaların önünü kapatacaktır.
Devletin, kendi egemenlik alanı içinde, kendi kurumlarıyla ve kendi hukuk düzeni çerçevesinde aldığı bu karar, huzur ve güven arayışı sürecinin meşru, öngörülebilir ve sürdürülebilir bir zeminde ilerlemesinin ana dayanak noktası olacaktır.”
AK Parti’nin raporu tam metin
I. Giriş
Adalet ve Kalkınma Partisi olarak Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde bir ‘devlet ve millet projesi’ haline gelen Terörsüz Türkiye hedefinin taşıyıcısı olmanın sorumluluğuyla tarihin doğru tarafındayız ve dün olduğu gibi bugün de sorunu çözmek için milletimizden aldığımız ilham ve destekle çalışıyoruz.
Türkiye, terörün gölgesinde geçen on yılların etkisini yalnızca güvenlik boyutunda değil, bölgesel kalkınma dengesinin bozulması, demokrasinin zaafa uğraması ve kuşaklar boyunca biriken ağır insani maliyetler üzerinden de derinden hissetmiştir. Ülkemiz sahip olduğu jeostratejik konumunun getirdiği birçok ağır yükü taşımak zorunda kalmıştır.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yüzde 95’i aşan bir temsil ile kurulmuştur. Komisyonun varlığı dahi çok büyük tarihsel değere sahiptir. Türk demokrasi tarihi içerisinde benzer komisyonlar kurulmuş olmakla birlikte ilk defa bu katılım, kapsam, görev ve sorumlulukla böyle bir komisyon kurulmuştur. Milletimizin komisyondan beklentisi yüksek olup komisyona davet edilen tüm konuşmacılar “sorunun çözülmesini istediklerini ve komisyonu ve çalışmalarını desteklediklerini” belirtmişlerdir.
Şöyle ki; Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın 25 Ağustos 2024 tarihinde ilk önce Ahlat’ta ifade ettiği “ortak geçmiş ve ortak gelecek” sözü, ardından 30 Ağustos’un yıldönümünde “iç cephemizin güçlendirilmesi” çağrısıyla Terörsüz Türkiye hedefi başlamıştır. İlerleyen süreçte Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kurulmuş, ilgili komisyonda çok sayıda kişi ve kurum dinlenmiştir. Komisyonun varlığı, çalışma biçimi, karar alma usulü ve konulara gösterdiği duyarlılık demokrasimiz adına önemli bir adımdır.
Komisyonumuz, terörle mücadele meselesini ideolojik bir tartışma alanı olarak değil, toplumsal kardeşlik ve kamu düzeninin sağlanması çerçevesinde ele almıştır. Kararların nitelikli çoğunluk esası üzerine kurulmuş olmasına rağmen çalışmaların fiilen geniş mutabakatla yürütülmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bu konuda ortak bir akıl oluşturduğunu teyit etmektedir.
Bu sürece liderlik yapan Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ve Cumhur ittifakı ortağımız Devlet Bahçeli’ye teşekkür ederiz. Ayrıca Komisyon süreçlerini yöneten Meclis Başkanımız Numan Kurtulmuş’a ve Komisyon’a katılan tüm siyasi partilerimize ve milletvekillerimize şükranlarımızı sunarız.
Terörün yol açtığı tahribat, salt bir güvenlik tehdidi olmanın ötesine geçmiş; kardeşliğimizi, ekonomik üretimi ve istihdamı ve devlet ile birey ilişkilerinin bütününü etkileyen stratejik bir sorun haline gelmiştir. İşte tam da bu sebeple Komisyonumuzun odağında silahların sadece elden değil, gönüllerden ve zihinlerden de bırakılması konusu yer almaktadır.
Bu bağlamda yürütülen sürecin yalnızca teknik bir dinleme çalışması değil; devletin uzun yıllara yayılan tecrübesinin, kurumsal kapasitesinin ve toplumsal taleplerin birlikte hareket ettiği bir faaliyet olduğunu özellikle vurgulamamız gerekir. Bu süreç, devlet organlarının eş güdümü içinde şekillenen, toplumsal huzuru güçlendirmeyi ve hukuk devletini daha da tahkim etmeyi hedefleyen bütüncül bir stratejik dönüşüm alanıdır.
Türkiye, terörün gölgesinde geçen yılların ardından artık yeni bir dönemin eşiğindedir. Bu yeni dönemin temel amacı, terörün son bulmasıyla oluşan olumlu atmosferi, kalıcı ve sürdürülebilir milli güvenliğin yapıtaşlarına dönüştürmektir. Bu çerçevede, bugün hep birlikte omuzladığımız sorumluluk, milletimizin birliğini, vatanımızın bütünlüğünü ve devletimizin sürekliliğini esas alan köklü bir devlet vizyonunun kurumsallaşmış ifadesidir.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız tarafından ortaya konulan “adaletle büyüyen, kardeşlikle güçlenen, terörsüz bir Türkiye” hedefi, artık soyut bir ideal değil; devletin tüm kurumları arasında eşgüdümle ilerleyen, kurumsal çerçevesi oluşmuş ve uygulama kapasitesi güçlenen bir millet ve devlet politikasıdır. Bugün yürütülen tüm çalışmalar, bu vizyonun sahada, kurumlarda ve toplumsal hafızada karşılık bulmasını sağlamayı amaçlamaktadır.
Komisyonumuzun sorumluluğu, yalnızca mevcut durumu değerlendirmekten ibaret değildir. Aynı zamanda, toplumsal talebi, kurumsal tecrübeyi ve hukuki gereklilikleri ortak bir akıl zemininde buluşturarak Türkiye’nin terör sonrası döneme güçlü, güvenli ve sürdürülebilir bir geçiş yapmasını sağlayacak siyasal, hukuksal, yönetsel ve ekonomik çerçeveyi oluşturmaktır. Bu çerçeve hem geçmişin acı hatıralarını hem bugünün gerçeklerini hem de geleceğin ihtiyaçlarını gözeten bir adalet ve bütünleşme anlayışına dayanmak zorundadır.
Türkiye, terörün açtığı yaraları sararken yalnızca güvenliği sağlamayı değil; aynı zamanda toplumsal onarımı gerçekleştirmeyi, devlet ile vatandaş arasındaki güven bağını güçlendirmeyi ve demokratik reformları kurumsallaştırmayı hedeflemektedir. Bu nedenle içinde bulunduğumuz süreç, teknik düzenlemelerin ötesinde, Türkiye’nin geleceğine dair yüksek sorumluluk bilinciyle şekillenen tarihî bir millet ve devlet görevidir.
AK Partimiz toplumsal ve siyasal merkezde konumlanan kimliğiyle 3 Kasım 2002’de ilk iktidara geldiği günden bugüne, kesintisiz şekilde Türkiye’nin birlik siyasetini yürütmüştür. Öyle ki; son çeyrek yüzyılda Türkiye’deki demokratikleşme perspektifi ve demokratik dönüşümün evrelerine bakıldığında, her evrenin ülkeyi yeni bir demokratik standarda taşıdığı ve bu standartlar setinin ana taşıyıcısının Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti olduğu açıkça görülmektedir.
AK Partimiz iktidar olduğu ilk günden günümüze uzanan tarihsel seyir içinde daima ‘reformcu-yenilikçi-birleştirici’ siyaset anlayışıyla aşılamaz denen engelleri aşmış, atılamaz denilen adımları özgüvenle atmıştır. Devletle millet arasında yeni köprüler kurarak geleceğe emin adımlarla yürümüştür.
Bu süreç, statükocu vesayetin demokratik çerçeveye oturtulması, vesayet odaklarının imtiyazlarının ortadan kaldırılmasıyla eş zamanlı inşa edilen sivilleşme, bürokratik vesayetin alanının daraltılması, insan hakları ve özgürlükler temelinde ortaya çıkan yeni siyasi, hukuki ve kültürel tasavvuru içermektedir. AK Partimizin siyaset anlayışı bu soruna ilişkin yasal, idari ve pratik düzenlemeler, dini azınlık haklarına ilişkin yeni özgürlükçü vurgu ve vizyon hususlarını kapsayan bir dizi anayasal, yasal, idari ve yapısal demokratikleşme reformunu kapsamaktadır.
AK Partimizin kuruluş felsefesine hakim olan yeni kuşatıcı siyasal tasavvur; demokrasi bilinci çerçevesinde hesap verebilirlik ve denetleme mekanizmalarının güçlendirilmesi, birey ile devlet ilişkilerinin yeniden yapılandırılması, insanı merkeze alan bir yönetim felsefesinin hakim kılınması yoluyla politik psikolojiyi yeniden tanımlamış ve sosyo-politik meseleleri proaktif bir anlayışla ele almıştır.
Bu bağlamda, aynı zamanda uluslararası insan hakları mevzuatına uyumu tesis etmek için çok sayıda yasal düzenleme yapılmıştır. Bu düzenlemeler, temelde, ülkede demokratikleşmenin önünü açacak ve Türkiye’nin yıllardan beri çözülemeyen köklü meselelerini çözüme kavuşturacak bir zeminin inşası için AK Partimiz açısından olmazsa olmaz hükmündedir.
Partimiz tam 25 yıl önce kurulurken bu meselede net bir duruş ortaya koymuştur. Hiçbir partinin bırakın yapmayı söylemeye dahi cesaret edemediği somut adımları hayata geçirmiştir. Sadece retorikle değil milletimizle beraber güvene dayalı bir ilişki kuran ve çok partili hayata geçişten itibaren hiçbir hükümete nasip olmamış uzun bir iktidar tecrübesine sahip olan Partimiz ‘Türkiye Yüzyılı hedefleri’ doğrultusunda cesur adımlar atmaya devam etmektedir.
II. AK Partinin Meseleye Bakışı
Türkiye’nin sorunlarıyla hesaplaşması, sorunların yarattığı tüm sıkıntıların analitik bir şekilde ele alınması ve yaşanan tüm kritik dönüşümler AK Parti döneminde hayata geçirilmiştir. Biz meseleyi son tahlilde bir demokratikleşme meselesi olarak görmekteyiz.
Bizim siyaset anlayışımızda Kürt meselesi Türkiye’nin kendisiyle imtihanı meselesidir. Sorun, ülkemizin problem çözme yeteneğinin yükseltilmesi ve yönetsel-siyasal kapasitesinin artırılması meselesidir.
Partimiz bu meselede bireysel ve kolektif demokratikleşme adımlarını atarak farklı kimliklerin kendini ifade etmesinin önünü açmıştır. Dolayısıyla, AK Partimizin bu meseledeki duruşu nettir. Gündelik siyasi tartışmalar içerisinde görülemese de tarih ve milletimiz bu gerçekleri açık biçimde görmektedir. Bırakın tarihsel bağlamını neden sonuç ilişkisiyle dahi bakıldığında 23 yıllık AK Parti iktidarı bu yalın hakikati ortaya koymaktadır.
Türkiye siyasetinde yaşanan genel değişim sürecine paralel olarak özelde Kürt meselesinde önemli dönüşümler yaşanmış, devletin sorunla karşılaşması hem toplumsal farkındalık hem de sorunun çözümü için siyasi irade konulması açısından adeta yapısal bir kırılmaya yol açmıştır. AK Parti iktidarına kadar taktiksel ve retorik düzeyde yürütülen çalışmalar bizim dönemimizde bir stratejik akılla hükümet politikası haline getirilmiştir. Bunun ispatı AK Partimizin 2001 parti programıdır.
Bu bağlamda, Partimizin programında meselenin ele alınışı, iktidarımız döneminde yapılan reformlar, Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tarihi değiştiren konuşmaları ve Demokratik Açılım ile Çözüm sürecindeki atılan adımlar, alınan riskler ve yapılan işler meseleyi tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Bu çalışmalar büyük bir külliyat oluşturacak niteliktedir.
Parti programımızda meselenin hem tanımlanması ve adlandırılması hem de çözüm perspektifi ortaya konulmuştur. İlk defa bir parti, programında “Doğu ve Güneydoğu” başlığı altında Kürt meselesini ele almış ve resmi tezlerin dışında görüşler öne sürmüştür. Kültürel farklılıkların, bölge halkıyla olan müştereklerin geri plana itilmesini gerektirmeyeceğini ortaya koyan program; bu farklılıkların Türkiye Cumhuriyeti olma bilincinin, toplumun birlik ve bütünlüğünün harcı olduğu vurgusunu yapmaktadır.
Genel demokratikleşme perspektifi içinde sorunun çözümünü vadeden AK Parti, programında, sorunun tam kapsamlı çözümü için aynı anda ilerleyen üçlü bir çerçeveyi ifade etmektedir:
Çerçevenin ilk ayağını, kalkınmacı tezler ile ekonomi faktörü ve bölgeye yapılan büyük
yatırımlar oluşturmaktadır.
Programda, ikinci olarak demokratikleşme ve temel hak ve hürriyetler bağlamında
yapılan çalışmalar yer almaktadır.
Üçüncü çerçevede ise yukarıda sayılan iki unsurun tamamlayıcısı olarak güvenlik
önlemleri, temel vizyonumuz ifade edilmektedir. Bu anlamıyla AK Partimiz çözümü
“güvenlik, demokratikleşme ve kalkınma” kavramlarının öne çıktığı geniş bir yaklaşımla
ele almıştır.
AK Partimiz kuruluş aşamasında meselenin çözümünün, yalnızca asayiş yaklaşımında
ve güvenlik tedbirlerinin artırılmasında değerlendirilemeyeceğini ifade etmiş,
demokrasinin tek çare olduğunu belirtmiştir. Yaşanan sorunu “ne sadece bir iş ve aş
meselesi” ne de “salt bir kimlik meselesi” olarak görmektedir ve bu iki yol arasından
üçüncü bir yol açarak yeni bir terkibe gitmektedir. Partimizin bu soruna bakışını ortaya
koyan temel metinlerden biri olan parti programında sorunun tanımı şu şekilde
yapılmaktadır (AK Parti Programı, 2001: 28):
“Kimimizin Güneydoğu, kimimizin Kürt, kimimizin terör sorunu dediğimiz
olay, maalesef Türkiye’nin bir gerçeğidir. Partimiz, bu sorunun toplum
hayatımızda neden olduğu olumsuzlukların bilinciyle, bölge halkının
mutluluğunu, refahını, hak ve özgürlüklerini gözeten, Türkiye’nin
bütünlüğü ve üniter devlet yapısıyla birlikte bölgeyi tehdit eden terörün
önlenmesinde zaaf yaratmayacak bir şekilde; kalıcı, tüm toplumun
duyarlılıklarına saygılı, etkili ve sorunları kökünden çözmeye yönelik bir
politika izleyecektir.”7
AK Partimizin, programında sorunun tanımlanmasında “pozitif” olarak
niteleyebileceğimiz bu dili, hem bölgede olumlu bir iklim oluşmasına hem de sorunun
çözümüne katkı sağlayan bir aktör haline gelmesine yol açmıştır. Partimiz bölgedeki
kamu hizmetlerinin yetersiz olmasının, işsizlik, fakirlik ve baskının terörün beslenmesine
zemin hazırladığını ifade ederken, terör ve baskının bir kısır döngü süreci içinde birbirini
beslediğini vurgulamıştır.
AK Parti Programı’nda, kültürel farklılıkların ayrışmayı değil birlikte yaşamayı gerekli
kıldığı belirtilerek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramı üzerinde durulmaktadır. AK
Parti Programı’nda dile getirilen öneriler şu başlıklar altında toplanabilir:
• Bölge halkının mutluluğu, refahı, hak ve özgürlüklerinin gözetileceği,
• Farklılıkların zenginlik olarak kabul edileceği,
• Türkçenin dışındaki dillerde de yayın dahil kültürel faaliyetlerin yapılabileceği,
• Başta OHAL olmak üzere halkı rahatsız eden uygulamaların kaldırılacağı,
• Suçlular karşısında caydırıcı ama masumları koruyucu bir devlet tavrının
sergileneceği,
• Suçsuz, günlük hayatını yaşayan halkımıza şefkatle muamele edileceği,
• Bölgeler arası farklılıkların ortadan kaldırılması için çaba harcanacağı,
• Terörle mücadele esnasında zarar gören vatandaşların mağduriyetlerinin
giderileceği,
• Bölgenin ticari ve ekonomik faaliyetler açısından cazip hale getirileceği,
• Terörle baskının karşılıklı olarak birbirini beslediği gerçeğinden hareketle
baskıların ortadan kaldırılacağı belirtilmiştir.
Partimizin Programı’nda kültürel farklılıkların bölge halkıyla olan müşterekleri arka plana
atmayı gerektirmeyeceği, aksine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma bilincini
yükselteceği ileri sürülmektedir.
AK Parti programında yukarıda ifade edilen vaatler yanında ülkenin bütünlüğü ve birliği
konusunda şu prensiplerin yer aldığı görülmektedir:
• Türkiye’nin bütünlüğü ve üniter devlet yapısının korunacağı,
• Terörle mücadelede zaaf yaratılmayacağı,
• Kalıcı bir çözüm için tüm toplumun duyarlılıklarına saygılı olunacağı,8
• Konunun iç meselemiz olduğu ve çözülebilir olduğu,
• Güvenlik, özgürlük ve ekonominin bir bütünün parçaları olarak görüleceği,
• Asayiş mantığına dayalı, bürokratik otoriter devlet anlayışından, uzun vadede
sorunları derinleştiği gerçeğinden hareketle kaçınılacağı,
• Meselenin sadece ekonomik bir mesele olarak görülmeyeceği,
• Çözümlerin hukuk devleti çerçevesinde aranacağı,
• Demokratik devlet anlayışına dayalı yaklaşımların milletimizin birlik ve
bütünlüğünü pekiştireceği gerçeğinin asla göz ardı edilemeyeceği,
• Farklılıklar tanınıp zenginlik kabul edilirken ortak paydaların arka plana
atılmasının söz konusu olamayacağı dile getirilmiştir.
AK Parti Programı’nda, sorunun sadece ekonomik kalkınma politikaları ile
çözülemeyeceği belirtilirken, farklılıkları demokratik hukuk devleti ilkesi çerçevesinde
gören yaklaşımların sorunun çözümüne önemli bir katkı sağlayacağı ifade edilmektedir.
Nitekim, AK Parti Programı’nda bu husus şu şekilde yer almaktadır (AK Parti Programı,
2001: 30)
“Bürokratik otoriter devlet anlayışına yaslanan çözümler, sadece asayiş
mantığına dayandığı için uzun vadede sorunları daha da
derinleştirmektedir. Buna karşılık demokratik devlet anlayışı
çerçevesindeki yaklaşımlar, ilk anda endişeyle karşılansa da uzun
vadede milletimizin birlik ve bütünlüğünü pekiştiren sonuçlar
doğurmaktadır.”
Partimizin programı incelendiğinde meselenin çözümüne dair önemli saptamalar olduğu
görülmektedir ki; henüz iktidara dahi gelmeden bu meseleye dair çok somut ifadeler
bulunmaktadır. Temel yaklaşımın; demokratikleşme adımlarının atılması ve ülkenin
normalleştirilmesine yönelik siyasetinin hayata geçirilmesi olduğu ifade edilmektedir.
Partimizin Programı’nda kültürel farklılıkların bölge halkıyla olan müşterekleri arka plana
atmayı gerektirmeyeceği, aksine Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma bilincini
yükselteceği vurgulanmaktadır.
AK Parti Programı, kuruluşundan bugüne kadar AK Parti hükümetlerinin siyasi vizyon
ve perspektifin işaretlerini sunması bakımından da oldukça önemlidir. AK Parti, bu9
noktada iktidarları boyunca göstermiş olduğu performansı ve oluşturduğu derin
müktesebatı ile ülkemizin güçlü yarınları hedefi doğrultusunda sürecin lokomotifi olma
misyonunu en güçlü şekilde sürdürmektedir. Nitekim, kuruluşundan bu yana hayata
geçirilen yenilik ve düzenlemeler, AK Parti’nin iç teorik ve tarihsel tutarlılığı ile
kararlılığının yansımasını ortaya koymaktadır.10
III. AK Parti Döneminde Atılan Tarihi Adımlar
AK Parti iktidarları döneminde atılan demokratikleşme adımları ve uygulamaları,
sorunun normalleşmesi ve çözüm yollarının açılması bakımından hayati bir işlev
görmüştür.
• 3 Kasım 2002 tarihinde iktidara gelen AK Partimiz, bu bağlamda, ilk kritik adım
olarak 23 yıldır süregelen olağanüstü hali (OHAL) 30 Kasım 2002’de sona
erdirmiştir. Bu gelişme, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki sosyal ve
kültürel hayatın normalleşmesine bir başlangıç ve bölge insanının olağanüstü
dönem rejiminin baskısından kurtulmasının ilk aşaması anlamına gelen, aynı
zamanda sembolik yönü de olan kritik bir adım olmuştur.
• Düşünce ve ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve terörle mücadele alanındaki
aksaklıkların giderilmesi amacıyla Terörle Mücadele Kanunu’nda değişiklikler
yapılmıştır. Değişiklikle, terör yeniden tanımlanmış ve terör suçları yeni Türk
Ceza Kanunu’na göre yeniden sayılmıştır.
• Bu kapsamda, konuyla doğrudan ilintili olarak, Avrupa Birliği üyeliği müzakere
sürecinde çıkartılan 7. Entegrasyon Paketi ile sivil-asker ilişkilerinin
demokratikleştirilmesi namına çok sayıda önemli reform hayata geçirilmiştir.
• İlk dönemden itibaren AB ilerleme sürecinde gerçekleştirilen reformlara
odaklanan partimiz ve hükümetimiz, Eylül 2003’te kurulan Reform İzleme Grubu
aracılığıyla insan hakları reformlarının sahada uygulanmasını takip, kontrol ve
geliştirme yönünde bir inisiyatif başlatmıştır.
• Aynı yıl İçişleri Bakanlığı’na bağlı çalışacak Jandarma İnsan Hakları İhlallerini
İnceleme ve Değerlendirme Merkezi (JİHİDEM) kurulmuştur. Bu kurum askeri
birliklerde görev yapan askeri personelin neden olduğu insan hakları ihlallerini11
önlemek; toplumda hukukun güçlendirilmesi ve insan hakları bilincinin
geliştirilmesine katkı sunmak için oluşturulmuştur.
• Açık, şeffaf ve hesap veren yönetim anlayışının gereği olarak, bilgi edinme
hakkının güvence altına alınması için hazırlanan Bilgi Edinme Kanunu
çıkarılmıştır.
• Ocak 2004’te Askeri Ceza Kanunu ve Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve İç
Tüzüğü Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle askeri mahkemelerin işleyiş ve
tabi olduğu prosedürler sivil mahkemelerle uyumlu hale getirilmiştir.
• Olağanüstü dönemleri çağrıştıran, yargı bağımsızlığı noktasında tartışma konusu
olan ve yönetim sistemimiz içinde büyük eleştirilere muhatap olan Devlet
Güvenlik Mahkemeleri 30 Kasım 2004 tarihinde AK Parti iktidarımız döneminde
hukuk sistemimizden çıkartılmıştır.
• Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) ölüm cezasını her koşulda kaldıran
13 No’lu Protokolü’nün Türkiye iç hukukuna uyarlanması süreci tamamlanarak
Ekim 2005’te yürürlüğe girmiştir.
• Yeni Basın Kanunu çıkarılmış, yayınevlerinin kapatılmasına ve basım araçlarına
el konulmasına yol açan uygulamalar kaldırılmış ve basın özgürlüğünün
güçlendirilmesine yönelik bir dizi düzenleme hayata geçirilmiştir.
• Türkçe dışındaki dil ve lehçelerin yayımlanabilmesi, öğrenilebilmesi ve
öğretilebilmesi için yapılan yasal değişiklikler kapsamında yeni dil kurslarının
açılması ve Kürtçe, Arapça, Lazca gibi dillerde radyo ve televizyon yayıncılığının
kurulması sağlanmıştır. Bu dönemde, Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde özel
kurslar açılmış ve yayınlar başlatılmıştır. TRT tarihinde ilk kez Arapça ve Kürtçe
yayın yapan iki kanal faaliyete geçirilmiştir.
• Terörden zarar gören vatandaşlarımızın bu zararlarının hızlı ve adil bir şekilde
karşılanması amacıyla Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Tazmini
Hakkında Kanun, Temmuz 2004’te yürürlüğe konmuş ve etkin bir şekilde
uygulanmıştır.
• Şiddet içermeyen düşüncelerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilerek
mahkûm edilmesini engellemek için Eylül 2004’te kabul edilen yeni TCK’nın 216.
maddesinde buna dair değişiklik yapılmış ve cezanın ancak eylemin açık hale12
gelmesi, kin ve düşmanlığı kışkırtarak şiddete teşvik etmesi halinde uygulanması
gerektiği vurgulanmıştır.
• Buna paralel olarak demokratik bir yönetimin hayata geçirilmesi için, sivil
toplumun güçlenmesi ve örgütlenme özgürlüğünün sağlanması amacıyla, 5253
sayılı Dernekler Kanunu yürürlüğe konulmuş ve bu suretle dernek kurma hakkına
getirilen kısıtlamalar kaldırılarak, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun
olarak örgütlenme özgürlüğü sağlanmıştır.
• Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik
temele dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılmıştır.
• İnsana saygı esasına dayanan özgürlükçü karakteri ön planda bir ceza hukuku
düzeni kurulması amacıyla uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkelerine
uygun olarak Türk Ceza Kanunu yeniden düzenlenmiş; Eylül 2004’te bu yeni
içerikle kabul edilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu, Kabahatler Kanunu, Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve Denetimli Serbestlik Kanunu
çıkarılarak yeni bir ceza adaleti anlayışına geçilmiştir.
• Bu kapsamda TCK’da uluslararası ceza hukukunda tanımlanan suçlar arasında
yer alan soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar için önemli cezai yaptırımlar
hayata geçirilmiştir. Yine işkence ve kötü muameleyi önlemeye yönelik tedbirleri
içeren yeni TCK, ülkenin uluslararası standartlarla uyumlu bir yasal zemine
kavuşması noktasında önemli bir köşe taşı olmuştur.
• Bugün Türkiye, artık faili meçhullerle, yargısız infazlarla, işkence ve kötü
muamelelerle anılmayan bir ülke haline geldiyse, bunda hükümetimizin kararlı ve
ısrarlı mücadelesi belirleyici olmuştur. “İşkenceye sıfır tolerans” politikası
çerçevesinde yaptığımız yasal değişiklerle, işkence ve kötü muamelenin tanımı
genişletilmiş, verilen cezalar artırılmış ve bu cezaların tecili ve paraya çevrilme
imkanı kaldırılmıştır.
• Uluslararası insan hakları mekanizmaları aracılığıyla iç hukuk sistemini daha da
güçlendirilmesi amacıyla, Eylül 2005’te İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık13
Dışı veya Aşağılayıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin İhtiyari
Protokolü (OPCAT) imzalanmıştır.
• Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanımının daha demokratik
temele dayandırılması amacıyla 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu’nda gerekli değişiklikler yapılmıştır.
• İnsan haklarını korumak, geliştirmek ve kişilerin eşit muamele görme hakkının
güvence altına alınması için çalışmak amacıyla Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik
Kurumu kurulmuştur.
• Siyasi Partiler Kanunu’nda yapılan değişikliklerle siyasi partilere üyelik ve
partilerin işleyişi konularında daha demokratik kurallar getirilmiş, siyasi partilerin
kapatılması zorlaştırılmış, Anayasa Mahkemesi’nin siyasi partilerin kapatılmasına
karar vermesi için beşte üç çoğunluk şartı getirilmiştir. Demokratik siyasetin alanı
genişletilerek siyasi partilerin Türkçe dışındaki dillerde propaganda yapmalarına
imkân sağlanmış; Kürtçe propagandanın önü açılmıştır.
• AK Parti iktidarında, demokratikleşmenin ve yerelleşmenin bir gereği olarak,
belediyeler ve il özel idareleri, Anayasamızda belirtilen “yerinden yönetim” ilkesi
çerçevesinde yeniden ele alınmıştır. Yerel yönetimler görev, yetki ve kaynak
bakımından güçlendirilmiştir.
• Hükümetlerimiz döneminde terör ve terörle mücadele kapsamında terörden zarar
gören vatandaşlarımızın bu zararlarının hızlı, etkin ve adil bir şekilde
karşılanması amacıyla 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan
Zararların Karşılanması Hakkında Kanun 27.07.2004 tarihinde yürürlüğe konmuş
ve etkin bir şekilde uygulanmıştır.
• Başta güvenlik olmak üzere çeşitli nedenlerle köylerinden ayrılan ailelerden geri
dönmek isteyenlerin iskân edilmeleri amacıyla başlatılan Köye Dönüş ve
Rehabilitasyon Projesi 14 ilimizde yürütülmüş ve vatandaşlarımızın köylerine geri
dönüşü sağlanmıştır.
• İnanç ve ibadet özgürlüğünün kapsamının dini azınlık gruplarının taleplerini de
içerecek tarzda genişletilmesine dönük çalışmalar hayata geçirilmiştir.
• 2009’da Alevilerin temel sorunlarının gündeme gelmesi ve kalıcı çözümler
üretilmesine hizmet etmesi amacıyla Alevi Çalıştayları düzenlenmiştir.14
• Türkiye’de kimlik temelli siyaset anlayışının tamamen ilgasına dönük bir çabayı
ifade eden Alevi Çalıştayları ve süreç boyunca yapılan çalışmalar silsilesi 20 Ekim
2022’de AK Parti’nin TBMM Başkanlığı’na sunduğu kanun teklifiyle somut ve yeni
bir boyut kazanmıştır. Bunun neticesinde, 2022 yılında Alevi-Bektaşi Kültür ve
Cemevi Başkanlığı kurulmuştur.
• Atılan demokratikleşme adımları Süryaniler, Nusayriler, Yezidiler ve Keldaniler
için de geçerli olması hedeflenmiştir, ki bu doğrultuda söz konusu inanç
kesimlerinin dini inançları doğrultusunda ibadet, eğitim ve örgütlenme hakları
bakımından yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesi yönünde yeni adımların
atılması kararlaştırılmıştır.
• Mor Gabriel Manastırı (Deyrulumur) malı Manastır Vakfı’na iade edilmiştir.
• Roman Dili ve Kültürü Araştırmaları Enstitüsü kurulmuştur.
• Yaşayan Diller Enstitüsü adı altında Kürt Enstitüsü kurulmuştur.
• Kürtçe dil dersleri okullarda seçmeli ders olarak okutulmaya başlanmış; Kürtçe
yayınlarla ilgili sınırlamalar ve yasaklar kaldırılmıştır.
• Kürtçe eğitim veren özel okulların açılmasının önündeki yasaklar kaldırılmıştır.
• Kürtçe alfabede kullanılan Q, X, W harflerinin kullanımının önündeki engeller
kaldırılmıştır.
• TDK tarafından Kürtçe-Türkçe sözlük basılmıştır.
• Kürtçe çağrı merkezleri açılmıştır.
• Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından Kürt edebiyatının önde gelen isimlerinin
eserleri basılmıştır.
• Kürtçe Kuranı Kerim meali basılmıştır.
• Kültür ve Turizm Bakanlığımız tarafından Devlet Tiyatrolarınca Kürtçe tiyatro
eserleri sahnelenmeye başlamıştır.
• Yargı kurumlarında Kürtçe tercüman hizmeti getirilmiştir.
• Cezaevlerinde ana dilde konuşabilmenin önündeki engeller kaldırılmıştır.
• Yol kontrolleri azaltılmış veya kaldırılmıştır.
• Köye dönüş konusundaki engeller kaldırılmıştır.
• Bölge illerine yapılan uçak seferleri artırılmıştır.
• Yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesine imkân sağlanmıştır.15
• Yayla yasakları kaldırılmıştır.
• Bölgede yeni barajların yapımına başlanmış ve sulama kanalları
yaygınlaştırılmıştır.
• KÖYDES ve BELDES projeleriyle bölge altyapısı güçlendirilmiştir.
• Sınır ticareti yeniden serbest bırakılmıştır.
• GAP yatırımları hızlandırılmıştır.
• Özel sektör yatırımları için önemli teşvikler çıkarılmıştır.
OHAL’in kaldırılmasından, Kürtçe televizyonun açılmasına, seçimlerde Kürtçe
propaganda yapılmasından, yayla yasaklarının kaldırılmasına değin geniş bir yelpazede
yapılan düzenlemeler sorununun çözümünde önemli mesafeler alınmasını sağlamıştır.
Devrim niteliğindeki bu düzenlemeler geçmiş yıllarda telaffuz dahi edilemezken, bugün
kanıksanmış ve gündelik yaşamın ayrılmaz parçası haline gelmiştir.
Kürt Sorunu olarak belirtilen tüm talep ve konu başlıklarındaki düzenlemeleri
Cumhurbaşkanımız liderliğinde AK Partimiz gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla biz bu
meseleyi bir hedef olarak değil süreç olarak görmekteyiz. Bu süreci en iyi ifade eden
kavram ‘pedal çevirme’ metaforudur. AK Partimiz bu meseleyi dün olduğu gibi bugün de
kendi iradesi ve siyaset anlayışıyla ‘terörün sona ermesi ve 86 milyonun kardeşliği’
olarak ele almaktadır.
Kürtçe kasetlerin yasak olduğu, vatandaşlarımızın çocuklarına ‘Berfin, Rojda, Welat,
Azat’ ismini koyamadıkları dönemden devlet televizyonunda 24 saat Kürtçe yayın
yapılan döneme bizim zamanımızda gelinmiştir. Dolayısıyla bu adımlar terörü tam olarak
durduramasa da terörizme desteği zayıflatmıştır.
Muhalefetin tüm engellemelerine rağmen sessiz devrim niteliğindeki bu adımlar hayata
geçirilmiştir. AK Partimiz bu adımları milletimiz için atmıştır. Sürekli reform anlayışıyla
zaman ve mekân farkı gözetmeksizin daima reform gündemine bağlı kalmıştır. Biz bu
adımları atarken oy kaygısıyla hareket etmedik. Milletimizin birliği ve devletimizin
bekasını esas alarak hareket ettik.
Demokratikleşme adına geniş bir yelpazede yapılan düzenlemeler sorununun
çözümünde önemli mesafeler alınmasını sağlamıştır. Devrim niteliğindeki bu16
düzenlemeler 1990’lı yıllarda telaffuz dahi edilemezken, bugün kanıksanmış ve gündelik
yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Kürt sorunu olarak belirtilen tüm talep ve konu başlıklarındaki düzenlemeler
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız liderliğinde AK Partimiz döneminde hayata
geçirilmiştir. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 12
Ağustos 2005 Diyarbakır konuşmasındaki ifadeleriylesorunu bütünüyle ele almış;
çözüm iradesini ortaya koymuştur.
“Her ülkede geçmişte hatalar yapılmıştır. Her ülke geçmişinde zor günler
yaşamıştır. Türkiye gibi büyük bir devlet ve güçlü ülkede pek çok zorluğun
harmanından geçerek bugünlere geldik. O nedenle geçmişte yapılan hataları
yok saymak büyük devletlere asla yakışmaz. Büyük devlet, güçlü millet
kendisi ile yüzleşerek, hatalarını ve günahlarını masaya yatırarak geleceğe
yürüme güvenine sahip millet ve devlettir. İktidarımız bu bilinçle ülkede
hizmete soyunmuştur. Ben milletimin ve devletimin özgüvenine, tarih
bilincine ve coğrafya şuuruna inanan bir kadronun başbakanı olarak
huzurunuzdayım. Şuna inanıyorum ki geçmişle yüzleşerek geleceğe
yürürken, geçmişin davaları ile geleceği ipotek altına almamak mümkündür.
Bu soruna illa isim koyalım diyorsanız, Kürt sorunu bu milletin bir parçasının
değil, hepsinin sorunudur. Benim de sorunumdur. Türk olsun, Kürt olsun,
Çerkez olsun, Abhaz olsun, Laz olsun, bütün Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının ortak sorunudur. Kürt sorunu ne olacak diyenlere diyorum ki,
bu ülkenin başbakanı olarak o sorun herkesten önce benim sorunumdur. Biz
büyük bir devletiz ve millet olarak bu ülkeyi kuranların bize miras bıraktığı
temel prensipler ve Cumhuriyet ilkesi, anayasal düzen dahilinde her sorunu,
daha çok demokrasi, daha çok vatandaşlık hukuku, daha çok refahla
çözeceğiz. Bu anlayışla çözüyoruz ve çözeceğiz de.
Şundan hiç endişeniz olmasın; söyleyecek sözü olan herkesi dinlemeye
hazırız, hakkaniyet sahibi herkese kulak vermeye hazırız. Yeter ki gelecek
umutlarımıza gölge düşüren şiddeti ve kavgayı bertaraf edelim. Türkiye’nin
geldiği noktadan geriye adım atılmayacağını, demokrasinin bütün17
vatandaşlarımız tarafından hissedilerek derinleşeceğini herkesin bilmesi
gerekir. Demokratik sürecin geriye doğru işlemesine izin vermeyeceğiz.”
Türkiye’de birçok etnik unsurun olduğunu ve bunlar arasında ayrım yapılamayacağını
ifade ederken, bu etnik grupları birbirine bağlayan bağın Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlığı bağı olduğunu söylemektedir. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız
insanların hangi din ve mezhepten olursa olsun, kendilerinin hepsine eşit mesafede
olduklarını ve kimsenin kimseye üstünlüğü olmadığını belirtmektedir.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın bir diğer önemli konuşması, 11 Ağustos
2009 tarihinde AK Parti Grubu’nda yaptığı “Demokratik Açılım” konuşmasıdır.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın konuşmasında niyetlerinin samimi olduğunu
belirtirken amaçlarının annelerin gözyaşlarına, evlat acısına ve delikanlıların hayatlarını
kaybetmesine engel olmak olduğunu dile getirmiştir. Cumhurbaşkanımız konuşmasında
şunları söylemiştir:
“Türkiye’nin kaybetmesine, daha büyük risk ve tehditlerle karşılaşmasına
tahammülümüz yok. Ülkenin bir bölümü üzerine çökmüş kara bulutlara
tahammülümüz yok… Değerli kardeşlerim umutsuzluğa tahammülümüz
yok.
Biz artık Botan Çayı’nda serinlemek, Zap Suyu gibi coşmak, Dicle, Fırat,
Murat gibi barışa, kardeşliğe akmak istiyoruz. Derdimiz bu. İstiyoruz ki
Munzur Dağları’nda hep birlikte kardelenler toplayalım… Cudi Dağı’ndan
yediverenler, Ağrı Dağı’ndan çiğdemler dermek istiyoruz.
Ülkemin yedi coğrafyasından derilmiş çiçekleri, ülkemin annelerine, o
tertemiz yüreklere vermek istiyoruz. Türkiye’ye yeni ufuklar açmak,
Türkiye’yi şaha kaldırmak, Türkiye’yi artık kabına sığmaz, tutulamaz,
güçlü bir ülke olma yolunda zapt edilemez hale getirmek istiyoruz. Bunun
mümkün olduğuna inanıyoruz. Çünkü bunu yedi yılda gördük. Nereden
nereye geldiğimiz ortada.
Bedeli her ne olursa olsun, bunu başaracağız. Hep birlikte başaracağız…
Burada olanlarla olmayanlarla birlikte başaracağız. Bu kardeşlik projesini,18
bu bütünleşme projesini, bu Türkiye’yi ayağa kaldırma projesini hep
birlikte başaracağız…”
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın soruna yaklaşım ve
çözüm konusunda devletin resmi tezlerini değiştirdiğini ve kuru ‘kardeşlik’ söyleminin
ötesine geçip hem iktisadi yatırımları hem de devrim sayılacak demokratik reformları
hayata geçirdiğini teslim etmek gerekmektedir.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bizim
dönemimizde Batı’da ne varsa Doğu’da da o olacaktır” ifadesiyle bölgeye çok büyük
yatırımlar yapıldığının göstergesi niteliğindedir ki, bu meseleyi dün olduğu gibi bugün de
kendi iradesi ve siyaset anlayışıyla ‘terörün sona ermesi ve 86 milyonun kardeşliği’
olarak ele almaktadır.19
IV. Çözüm Arayışlarımız
AK Partimizin sorunu çözmek için attığı önemli adımlardan biri de Demokratik Açılım
sürecidir. 2009’da ortaya koyduğumuz Demokratik Açılım: Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi,
dünyanın “ekonomi, iç politika, dış politika, sosyal yaşam, demokratik hak ve
özgürlüklerle iç içe geçtiğini” belirtirken, “Türkiye ne kadar demokratikleşirse, demokrasi
standartlarını ne kadar yükseltirse, uluslararası camiada da o kadar güçlü bir ülke haline
gelecektir” fikrini savunmuştur.
“Demokratik Açılım” kavramı ile ifade edilen; özgürlük ve demokrasi alanlarının
genişletildiği, hayatın her alanında uygulamalarla varlığı tam anlamıyla hissedilen bir
demokrasinin tesisi olmuştur.
Projenin temel amaçları bireysel hak ve özgürlükleri artırılarak vatandaşların kendisini
“öteki” hissetmediği, Cumhuriyet’e ve ülkeye bağlılık ve mensup olma bilincinin
pekiştirildiği, demokrasi standartlarının yükseltilerek çoğulcu bir bakış açısının hayata
geçirildiği bir ortam olarak ifade edilmiştir.
Demokratikleşme alanında atılan adımların taviz değil, vatandaşların doğuştan gelen,
insan olmaktan kaynaklanan haklarının teslimi olduğu belirtilmiştir.
Hükümetin bir yandan terörle mücadeleye eksiksiz bir şekilde ve tam bir kararlılıkla
devam edeceği, ama eş zamanlı olarak terörü doğuran, besleyen ve terör için istismar
zemini olan ekonomik, sosyal, kültürel, psikolojik ve diğer nedenlerin de ortadan
kaldırılacağı açıkça ifade edilmiştir.
AK Partimiz yaşanan sorunun demokrasi ve hukuk yoluyla çözülmesine imkan tanıyan
bir atmosferin oluşturulmasına çalışacağını ifade ederken, bunun bir süreç olduğunun
özellikle altını çizmiştir. Hükümet, açılım sürecinin Türkiye’nin demokrasi standartlarına
ve AB ülkelerindeki standarda kavuşuncaya kadar devam edeceğini belirtmiştir.20
Bunun yanında insanın devlet için değil, devletin insan için var olduğu prensibinin ilke
edinildiği belirtilerek hukukun üstünlüğü ile insan hak ve özgürlükleri kamu ve sosyal
hayata hakim oluncaya kadar, ihtiyaçlar paralelinde yeni adımlar da atılabileceği ortaya
konulmuştur.
AK Partimiz iktidarı döneminde 2005 Diyarbakır Süreci, 2009 Demokratik Çözüm Süreci
için tarihi adımlar atılmış her defasında PKK terör örgütünün engellemeleri karşısında
nihai hedefe ulaşılamamıştır.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın kararlı liderliği
neticesinde 2013 yılında Çözüm Süreci hayata geçirilmiştir. Cumhurbaşkanımızın
“çözmek için gerekirse baldıran zehri içerim” dediği ve büyük umutlarla başlayan bu yeni
süreçte muhalefetin tüm itirazlarına rağmen tarihi adımlar atılmıştır.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde Akil
İnsanlar Heyeti kurulmuş ve heyet Türkiye’nin yedi bölgesinde çalışmalar yürütülmüştür.
Bunun yanı sıra Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “Toplumsal Barış Yollarının
Araştırılması ve Çözüm Sürecinin Değerlendirilmesi” amacıyla kurulan Komisyon da ayrı
bir çalışma yürütmüştür. Meclis Komisyonu 2 Aralık 2013’te Çözüm Süreciyle ilgili
kapsamlı bir rapor açıklamıştır.
Ardından 10 Temmuz 2014’te, “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin
Güçlendirilmesine Dair Kanun” yürürlüğe girmiştir. Kanun ile Çözüm Sürecine ilişkin usul
ve esaslar düzenlenmiş; “Çözüm Süreci Kurulu ile Kurumlar Arası İzleme ve
Koordinasyon Komisyonlarının Kurulmasına ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı” çıkarılmıştır.
Terörün ve şiddetin sona erdiği bir Türkiye, demokratik mekanizmaların daha etkin
biçimde, hayatın her alanına sirayet edebileceği bir Türkiye’yi ifade etmektedir. AK Parti,
bu noktada iktidarı boyunca göstermiş olduğu performans, oluşturduğu derin
müktesebat, ufku ve dinamizmi ile ülkemizin güçlü yarınları hedefi doğrultusunda
sürecin lokomotifi olma misyonunu en güçlü şekilde sürdürecektir.
Türkiye’nin demokratikleşme perspektifinde vurgulanması gereken en önemli nokta,
siyasi kültürümüzde demokratikleşmenin her şeyden evvel, otoriter bir şekilde
vatandaşlarımızın ihtiyaç ve taleplerini reddeden, kendi tanımladığı “arzu edilir, kabul21
edilebilir, makbul” vatandaş profiline benzemeyenleri kapsayan devlet anlayışının terk
edildiği bir zihniyet değişiminin yaşanmış olmasıdır.
AK Partimiz bu meseleye yeni bir siyasi anlayış ve pratikler bütünü ile yaklaşarak söz
konusu ceberut devlet anlayışı paradigmasını değiştiren hamleler yapmıştır. Bu ise en
temelde devlet-millet formülasyonuna ve onun niteliğine dair bir zihniyet dönüşümüne
işaret etmektedir. Bu bağlamda; kimlik meselesi, siyasi haklar ve kültürel haklar
alanlarında tüm alt başlıklar, doğaları gereği uzun vadeli ve çok yönlü bir anlayış
değişikliğine işaret etmektedir. Yeni reformların, yeni hak ve özgürlüklerin Türkiye’nin
siyasal ajandasında geri döndürülmez biçimde yer almasının tek yolu siyasetin sorunları
çözme gücünün gelişerek son tahlilde vatandaşların bireysel hak ve hürriyetlerini
geliştirecek yolun oluşturulmasıdır.
Meselenin mihenk taşı anlamında görülmesi gereken diğer husus, düşünme yönteminin
yeniden yapılandırılmasıdır. Bu bağlamda siyasal ve toplumsal bir olguyu, bir gerçekliği
açıklarken algılar ve soyut açıklamalar yerine yöntemsel ve kurumsal çerçevelere ve
düzenlemelere işaret etmek başlangıç noktası olmalıdır. AK Partimizin gerçekleştirdiği
tam olarak bu kurumsal düzenlemeler boyutu olmuştur. Ülkemizde demokratik
kurumsallaşmanın tahkim edilmesine geçiş süreci ancak bu sayede mümkün
olabilmiştir.
Tüm bunlar gerçekleştirilirken karşılaşılan husus ise geleneksel reflekslerin gün yüzüne
çıkması, demokratikleşmeye karşı birtakım vesayetçi ve statükocu dirençlerin,
engelleyici tutumların oluşması; buna karşılık, özgürlük-güvenlik dengesinin tesisine
dönük karşılaşılan teorik ve pratik zorluklar olmuştur. Terör, bu engelleyici dinamiklerin
başında gelmektedir.
AK Parti hükümetleri, yukarıda belirtilen tüm bu demokratikleşme hamlelerini teröre
karşı etkin mücadeleyi sürdürürken yapmıştır. Bu noktada, özgürlük-güvenlik ilişkisinin
kendi makul ve rasyonel dengesini bulmasının yolu toplumsal konsolidasyonu
güçlendiren adımlardır.
Bu bağlamda, ülkemizin yıllardır karşı karşıya kaldığı şiddet ve terör girişimlerini
önlemek ve ortadan kaldırmak için en etkili siyaset, terör destekli tüm oluşumları
marjinalleştirmeye ve yalnızlaştırmaya hizmet edecek insan odaklı bir siyaset22
anlayışının oluşturulmasıdır. Tüm bu anlatılan süreçler boyunca AK Parti dönemlerinde
uygulamaya çalışılan tam olarak budur. Partimiz bugün de aynı çizgide yürümektedir.
Bu bağlamda, önümüzdeki süreç, ülkemiz için demokratikleşme ve reform perspektifini
genişletecek, insan hakları ve hukuka dayalı araçların geliştirilmesine zemin
hazırlayacak bir dönem olarak kodlanmalıdır.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız liderliğinde başlayan 2005 Diyarbakır Süreci,
2009 Demokratik Çözüm Süreci ve 2013 Çözüm Sürecinde her daim teröre başvuran
PKK olmuştur. Suriye sahasında vekalet güçlerin hayalci vaatlerini önceleyen PKK, her
defasında yeniden şiddete müracaat etmiştir.
Terör örgütü 2009 Demokratik çözüm sürecinde Arap Baharını yanlış yorumlayarak,
emperyalist güçlerin kapalı kapılar ardında verdikleri vaatlere kulak vererek süreci
sonlandırmıştır.
Örgüt Arap Baharını kendi maksimalist talepleri için araçsallaştırmıştır. Aynı tarihsel
yanılsama 2013 Çözüm sürecinde yaşanmıştır. Suriye sahasında fırsat gören örgüt
süreci sonlandırarak ‘çukur ve hendek eylemelerini’ başlatmıştır. 2013 Mayıs ayında
başlayan Gezi Parkı sürecini bozucu bir unsur olarak okumuş ve tarihin yanlış tarafında
yer almıştır.
Sonuç olarak son 23 yılda yapılan tüm bu düzenlemeler ve atılan adımların sonucunda
‘Terörsüz Türkiye’ sürecine gelinmiştir. AK Parti olarak tüm bu süreçlerin öznesi olarak
silahların bırakılmasını önemsiyor ve tarihi bir adım olarak görüyoruz.
Kurulduğu günden itibaren meseleyi tarihsel süreklilik içinde gören partimiz sürece aynı
perspektiften yaklaşmakta ve aynı siyasi tasavvurda hareket etmektedir.
Tüm samimi çabaların birtakım engelleyici ve bozucu tutum ve yaklaşımlarla
karşılaşması, toplumu manipüle etme ve ortamı zehirleme çabaları meselenin ne yazık
ki ayrı bir gerçeği olmuştur. Buna karşı AK Partimiz terör yapılanmalarıyla mücadele
perspektifini elinden hiç bırakmamıştır. Kamu düzenini sağlamak ve ‘özgürlük-güvenlik’
dengesini korumak için her türlü riski almıştır.
İktidara geldiğimiz ilk günden itibaren, milli birlik ve kardeşlik perspektifi ile siyasetimizi
şekillendirdik.23
AK Parti olarak, eski Türkiye’de telaffuz bile edilmeye çekinilen sorunlarla açık bir şekilde
yüzleşerek demokrasimizin derinleşmesini sağladık. Ret, inkâr ve asimilasyon
politikalarına son verdik.
2018 Genel Seçimleri Beyannamesi’nde yer alan şu ifadeler bunun somut göstergesidir.
“Biz meseleyi noktasal bir mesele olarak değil partimiz kurulduğu günden itibaren milli
güvenlik meselesi olarak ele aldık. Her seçim döneminde demokratikleşme çıtasını
yukarı taşıyarak milletimizin refahını ve demokrasi talebini bir adım ileriye götürdük.”
AK Parti olarak, milli birlik ve kardeşlik perspektifini pasif bir yaklaşım olmaktan
çıkararak, geçmişin ihmalleriyle kronik hale gelmiş sorunlara aktif bir şekilde yaklaştık.
Yakın tarihimiz boyunca, hiçbir seçilmiş hükümetin gösteremediği cesaret ve kararlılıkla
sorunların üzerine gittik.
Tüm bu süreçlerin nihayetinde, Türkiye Yüzyılı vizyonunun belirleyici parametre olarak
kodlandığı 2023 ve sonrası Türkiye’si için yepyeni bir ufkun çerçevesi, 2023 Genel
Seçimleri Beyannamesi’nde detaylarıyla ve derin bir vukufiyetle çizilmiştir:
“Liderliğimizde aziz milletimizin verdiği mücadeleyle terörün her türüne karşı
yenilikçi, bütüncül ve şeffaflığı ilke olarak belirleyen bir anlayışla iç güvenlik
alanında önemli reformlar yapılmıştır.
Tüm bu süreçlerin sonucunda Türkiye Yüzyılı’nda tüm boyutlarıyla
kırılganlıklardan kurtulmuş, kapasitesi yüksek, hukukun üstünlüğü ilkesine
dayalı bir güvenlik anlayışı hakim olmuştur. Güvenlik, bir kamu hizmeti olarak
demokrasiden güç alarak milletimizi koruyan bir anlayışla yeniden
yapılandırılmıştır. Vatandaşımızın geleceğe huzurla bakması, her türlü hak
ve menfaatini tam güvende hissetmesi Türkiye Yüzyılı’nın en önemli
esaslarından biri olacaktır.
‘İstikrarlı iç güvenlik’ anlayışıyla ulaştığımız kurumsal entegrasyonu ve
hizmet kalitesini kalıcı hale getirmek istiyoruz. Küresel terörün en güçlü
olduğu dönemde içeride tüm terör örgütlerine karşı elde ettiğimiz tartışmasız
başarı, bu iddialı hedefimize ulaşacağımıza dair inancımızı pekiştirmektedir.”24
Yaklaşık 40 yıldır, sorunlarımızın ilk sıralarında yer alan PKK kaynaklı terör, AK Parti
hükümetleri döneminde ve özellikle 15 Temmuz sonrası hayata geçirilen reformlarla
oluşturulan yüksek kapasiteyle bitme noktasına getirilmiştir.
Yeni Güvenlik Konsepti kapsamında teröre karşı ve terörizme karşı mücadeledeki en
büyük yenilik, sadece olaylarla yahut terör eylemlerimin sonuçlarıyla değil; bunun
yanında terörizme kaynaklık eden sebeplerle de mücadele stratejisi olmuştur.
Türkiye Yüzyılı’nın teröre ve terörizme karşı mücadele vizyonunun esası, böyle bir
gündem maddesini toplumun gündeminden çıkarmaktır. Terör faaliyetlerinin tamamen
durdurulduğu, huzur ortamını bu alandaki çalışmalarımızın esası olarak görüyoruz.
Hukuk devleti çerçevesinde “önleyicilik” yaklaşımıyla tüm güvenlik başlıklarında temel
stratejimiz, toplumsal kaynaklarıyla birlikte terörizme karşı topyekûn bir mücadeleyi
kurumsallaştırmaktır.25
V. Türkiye Yüzyılı ve Terörsüz Türkiye
Temel çerçevesini Türkiye Yüzyılı perspektifinden alan ve önce 25 Ağustos 2024’te
Ahlat’ta “ortak geçmiş ve ortak gelecek” vurgusu, ardından da 30 Ağustos’un
yıldönümünde Türkiye’nin önemli bir kırılmanın eşiğinde yeni bir vizyonu hayata
geçirmesi gerektiğini ifade ederek bölgesel risk ve meydan okumalara karşı güçlü
Türkiye’yi inşa etmenin iç cephenin tahkim edilmesinden geçtiğini belirttiği
konuşmasının üzerinden geçen zaman diliminde Cumhurbaşkanımız ve Genel
Başkanımız her vesileyle bu meseleye ilişkin kodlamanın nasıl çerçevelendirildiğini ifade
etmeye devam etmiştir.
Türkiye Yüzyılı ile Terörsüz Türkiye vizyonunu bağdaşık bir çerçeveye oturtan ifadeleri
bu anlayışın teyidi niteliğindedir. Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız Recep
Tayyip Erdoğan bu meseleyle ilgili sürecin önemine vurgu yaparak yaşanan gelişmelerin
ruhunu ve ana fikrini şu şekilde ifade etmektedir:
“Terörün olmadığı bir Türkiye’yi birlikte inşa edeceğiz. Türkiye Yüzyılı aynı
zamanda ‘kardeşliğin yüzyılı’ olacak. Türkiye Yüzyılı, huzurun, güvenliğin,
özgürlüğün de yüzyılı olacak. Cumhur İttifakı olarak, terör sorununu
kaynağında çözme irademiz, hiç olmadığı kadar güçlüdür. Bu hedefe
ulaşmak için cesur, kararlı, yeni ve çok iyi planlanmış adımlar atmaktan
çekinmeyeceğiz.
Bizim gayemiz ilk günden beri son derece açıktır. Türkiye’nin 40 yıldır
ayağına bağ olan, askeri, polisi, jandarması, kamu görevlisi ve siviliyle on
binlerce insanımızın hayatını kaybetmesine yol açan bir musibetten kalıcı ve
kati olarak kurtulmayı hedefliyoruz. ‘Terör bitsin, acılar dinsin, kardeşliğimiz
güçlensin, bu ülkede artık kan ve gözyaşı akmasın’ diyoruz. Evlatlarımıza26
terörün olmadığı bir ülke ve bölge bırakmak istiyoruz” demek suretiyle
meseleyi kardeşlik hukuku çerçevesinde ele alan ve 23 yıldır olduğu gibi
buna bugün de sonuna kadar sahip çıkan bir iradeyi vurgulamaktadır.
Tüm bunları hayata geçirmek için gereken planlamalara, çalışmalara,
hazırlıklara şimdiden başladık. İnşallah bu tarihî fırsat, küçük hesaplar veya
uluslararası ayak oyunlarıyla heba edilmeden, samimi bir iklimde tekemmül
eder.”
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız meselenin milletin sahipliğinde ve devletin
temel niteliklerine halel gelmeden ilerletilmesine ilişkin şu değerlendirmelerde
bulunmuştur:
“Türkiye, geldiğimiz noktada bu meseleyi artık bir hal yoluna koymuştur.
Devletimizin toprak bütünlüğü, milletimizin birlik ve beraberliği, üniter
yapımız, bayrağımız, resmî dilimiz asla tartışma konusu değildir. Ne
yapılıyorsa ‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet’ diyerek
sembolleştirdiğimiz ilkelerimiz çerçevesinde yapılmaktadır.
Örgütün kendini fesih ve silah bırakma kararı almasının ardından yeni bir
aşamaya geçtik. Aziz milletimizin duası, siyaset kurumunun desteğiyle yakın
bir zamanda yarım asırlık bir musibetten ülkemizi inşallah hep beraber
kurtaracağız. Şu hususun altını da özellikle çizmek istiyorum: Şehitlerimizin
ruhlarını muazzep edecek; şehit yakınlarımız ve gazilerimizi incitecek hiçbir
girişime bugüne kadar müsaade etmedik; bundan sonra da asla müsaade
etmeyiz.”
Terörsüz Türkiye sürecinin somut adımlarının atılmasıyla beraber hukuki ve idari
düzenlemeler hayata geçirildiğinde Türkiye’nin önünde yepyeni döneme geçilecektir. Bu
dönemin ana teması demokrasi ve hukuk nosyonunun güçlendirilmesi olacaktır.
Kürt meselesi terör bağlamından net şekilde ayrıştırılarak, siyasi, hukuki ve kültürel
boyutlarıyla ele alınması gereken bir demokratikleşme meselesi olarak kodlanmıştır. Bu
yaklaşım, bugün “Terörsüz Türkiye” vizyonunun ve örgütün kendini feshi ile açılan yeni
dönemin tarihsel arka planını oluşturmaktadır.27
Bugüne kadar alınan inisiyatifler her ne kadar kalıcı silah bırakma ile sonuçlanmasa dahi
geçmiş süreçlerde biriken kurumsal ve toplumsal tecrübe, bugünkü vizyon açısından
vazgeçilmez bir referans oluşturmaktadır. Bu vizyon, Cumhurbaşkanımız ve Genel
Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın uzun yıllardır dile getirdiği; ‘ret, inkâr ve
asimilasyon’ politikalarının terk edildiği, tüm vatandaşlarımızın eşit vatandaşlık
temelinde bir arada yaşadığı bir siyasal düzleme işaret etmektedir.
Bugün gelinen noktada “Terörsüz Türkiye” hedefi; Kürt meselesinin güvenlik ekseninden
net şekilde ayrıştırıldığı, demokratik temsil ve anayasal vatandaşlık temelinde
kalıcılaşmış bir zemine işaret etmektedir. Bu hedef, Cumhurbaşkanımız ve Genel
Başkanımız tarafından da defalarca vurgulanan şekilde, ülkenin birlik ve bütünlüğünü,
toplumsal dayanışmayı ve siyasal katılımı güçlendirmeyi amaçlamaktadır.
Sonuç olarak, AK Parti döneminde oluşan demokratikleşme birikimi ile çözüm süreci
tecrübesi, bugün Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın çerçevesiyle de uyumlu
şekilde Terörsüz Türkiye vizyonunun hem tarihsel dayanağını hem de kurumsal imkân
çerçevesini oluşturmaktadır. Türkiye’de bu birikim ve tecrübenin hakkıyla
değerlendirilmesi, şiddetin ve terörün ürettiği tahribatı kalıcı biçimde geride bıraktığı,
kimliği ne olursa olsun bütün vatandaşlarımızın eşit ve birinci sınıf vatandaş haline
geldiği yeni bir demokratik düzlemin kurulmasını mümkün kılacaktır.28
VI. Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi
Komisyonu’nun Çalışma Seyri ve Temsili
Komisyonumuz, 5 Ağustos 2025 tarihinden itibaren yürüttüğü çalışmalar
kapsamında, 19 resmi toplantı, toplumun farklı kesimlerinden 134 uzman davetli
(kişi ve kurum) oturumu, saha teması ve kapalı bilgilendirme brifingi ile kapsamlı bir
değerlendirme süreci yürütmüştür. Bu süreç, yalnızca masa başı çalışmalara değil;
sahadan gelen çok boyutlu ve sürece yüksek oranda destek içeren toplumsal ve
bilimsel araştırma verilerinin doğrudan incelenmesine ve Türkiye’nin terörle
mücadele tecrübesinin kurumsal hafızasının bütüncül bir biçimde
değerlendirilmesine dayanmaktadır.
Komisyona sunulan bilgiler, ilgili bakanlıklar ile güvenlik ve adalet kurumlarının kendi
görev alanları çerçevesinde hazırladıkları değerlendirme notları, saha gözlemleri,
kurumsal raporlar ve güncel durum analizlerinden oluşmuştur. Bu kapsamda;
güvenlik birimleri sahadaki genel eğilimlere ilişkin gözlemleri, mevcut hukuki süreç
ve infaza dair verileri, istihbarat ve savunma kurumları ise güvenlik ortamının genel
seyrine ilişkin değerlendirmeleri Komisyona aktarmıştır. Sunulan bilgiler, örgütsel
çözülme dinamiklerine, bölgelerdeki güvenlik algısının değişimine, toplumdaki
normalleşme eğilimlerine ve genel güvenlik risklerinin güncel durumuna dair çok
yönlü bir çerçeve ortaya koymuştur. Kurumların paylaştığı bu değerlendirmeler hem
sahadaki genel tablonun hem de geçiş sürecinin ihtiyaç ve önceliklerinin daha
sağlıklı bir şekilde kavranmasını sağlamış; Komisyon’un değerlendirmelerinde ortak
bir zeminin oluşmasına katkıda bulunmuştur.
Akademik camiadan davet edilen uzmanlar tarafından terörün sosyolojik arka planı,
radikalleşme süreçleri, örgütsel çözülmenin dinamikleri, terör ve şiddet sonrası
toplumların toparlanma modelleri ve hukuki çerçeveye ilişkin bilimsel analizler29
aktarılmıştır. Sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerinden alınan bilgiler,
toplumun geniş kesimlerinde şiddetin sona erdirilmesine yönelik güçlü bir yönelimin
bulunduğunu; ancak bu yönelimin kamu düzeninden, güvenlikten ve adalet
duygusundan taviz verilmeden yönetilmesi gerektiğine dair yaygın bir beklentiyi de
işaret etmiştir.
Komisyon toplantılarına yapıcı ve destekleyici katkılar sunan şehit ve gazi aileleri,
sürecin insanî boyutunun göz ardı edilmemesi gerektiğini; mağdur adaletinin,
toplumsal kabulün ve devlet otoritesinin eş zamanlı gözetilmesi gerektiğini
vurgulamıştır.
Konuya ilişkin çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları ve çeşitli kurumlar, güvenlik
ortamının güçlenmesinin hem ekonomik canlılığı hem de sosyal normalleşmeyi
artırdığını belirtmiştir. İş dünyası temsilcileri ise terörün tasfiyesinin bölgesel
kalkınma, turizm, sınır ticareti, yatırım, istihdam, üretim ve ihracat planlaması
açısından tarihi bir fırsat oluşturduğunu ifade etmiştir.
Bu süreçte ortaya çıkan ortak tablo, siyasi ayrışmalardan ve sosyoekonomik
farklılıklardan bağımsız olarak, Türkiye’de terörün sona ermesi, kanın durması ve
silahların susmasına yönelik güçlü ve ortak bir toplumsal iradenin var olduğudur.
Komisyon çalışmalarında yalnızca yapılan açıklamalar dinlenmemiş; sahadaki
toplumsal eğilim, adalet beklentisi ve güvenlik talebi doğrudan veri olarak
değerlendirilmiştir. Yapılan görüşmeler, toplumun tüm kesimlerinde aynı cümlenin
yankılandığını açık biçimde göstermiştir: “Terör bitsin, evlatlarımız değil, silahlar
toprağa gömülsün.” Bu talep, yalnızca belirli bir siyasal çevrenin değil; şehit
ailelerinin, gençlerin, kadınların, bölge insanının, işverenlerin, sendikaların ve
kanaat önderlerinin müşterek iradesini ifade etmektedir. Terör ve şiddetin kalıcı
biçimde sona erdirilmesine dönük güçlü beklenti, hukuki ve kurumsal çerçevenin
temel referansını oluşturacaktır.
Komisyon’un bu çok boyutlu çalışmaları, işbu raporun yalnızca bir değerlendirme
metni değil; Türkiye’nin önümüzdeki dönemde uygulayacağı hukuki, idari ve
toplumsal çerçeveyi şekillendirecek temel bir referans dokümanı olmasını
sağlayacaktır. Ortaya çıkan sonuçlar, güçlü devlet aklı, kurumsal koordinasyon ve30
toplumun huzur ve güven yönelimli beklentileriyle uyumlu bir geçiş stratejisinin
mümkün olduğunu göstermektedir. Rapor, bu nedenle hem TBMM’nin kurumsal
sorumluluğunu hem de milletimizin huzur ve güvenlik talebini aynı zeminde
buluşturan stratejik bir belge niteliği taşıyacaktır.31
VII. İlkesel Eşik: Tespit ve Teyit Mekanizması
Terör örgütünün silah bırakmasının, kendisini tasfiye ettiğinin, varlığının sona
erdirilmesinin devlet tarafından tespit ve teyit edilmesi, sürecin en önemli noktasıdır.
Bu an, sadece sahada bir fiil değişikliğinin kaydı değil, aynı zamanda hukuki işlemler
için bir başlangıçtır. Bu tespit ve teyit olmadan hiçbir ileri aşamaya geçilmemelidir.
Tespit ve teyit anı hem ilgili kurumlar hem de hukuk düzeni açısından yeni bir
dönemin miladı olarak görülmelidir. Çünkü bu aşamada devlet kurumları, bir yandan
silahlı örgüt tehdidinin sona erdiğini kayda geçirirken, diğer yandan da bu duruma
uygun düşen yeni bir hukuk ve politika çerçevesini yürürlüğe koymak üzere hareket
alanı elde edecektir.
Tespit ve teyit süreci devletin ilgili güvenlik kurumları arasında sağlanacak
koordinasyonla, objektif, ölçülebilir ve kriterlere bağlanmış göstergeler üzerinden
yapılmalı; bu sürecin usul ve esasları yürürlükte bulunan uygulamalar dikkate
alınarak yürütülmelidir. Örgütün silahlı kapasitesinin ortadan kalktığına, lojistik
ağların sürdürülebilir bir tehdit oluşturamayacak ölçüde dağıtıldığına ve silahların
sahada tekrar kullanılmasına imkân bırakmayacak biçimde imha edildiğine dair
somut tespit ve delillerle ortaya konulmalıdır.
Süreç boyunca uygulanacak yöntemler şeffaf olmalı; idari kararlar ile bunlara esas
teşkil eden delil, bilgi ve kıstaslar kayıt altına alınmalı ve gerektiğinde yargısal ya da
hukuki incelemeye tabi tutulabilecek biçimde muhafaza edilmelidir. Bu amaçla,
tespit sürecinde kullanılan veri toplama, analiz ve raporlama mekanizmalarının
tamamı kurumsal arşivlerde düzenli biçimde saklanmalı; böylece ileride doğabilecek
bireysel başvurular, anayasal denetim süreçleri veya Meclisin denetim yolları
bakımından sağlıklı inceleme yapılabilmesine imkân sağlanmalıdır.32
Bu ilkesel eşik, sürecin başlangıcını belirleyecek, sonrasında atılacak bütün yasal
ve idari adımların temelini teşkil edecektir. Bu nedenle tespit ve teyidin
sağlanmasında gösterilecek hassasiyet, sürecin kalıcı bir huzur ve toplumsal güven
üretme kapasitesini doğrudan etkileyecektir. Yanlış, eksik veya zamansız bir tespit
hem toplumun adalet duygusunu sarsma hem de güvenlik risklerini yeniden üretme
ihtimali barındırdığından, tespit ve teyit mekanizmasının titizlikle yürütülmesi,
sürecin geleceği açısından en kritik güvencelerden biri olacaktır.
Son olarak, tespit ve teyit kararının alınması ne bir pazarlık ne de keyfi bir tasarruf
zemini olacaktır. Bu karar, devletin güvenlik ve hukuki yetkisinin birleştiği, ölçülebilir
delillere dayanan, şeffaf ve denetlenebilir bir kurumlar arası mutabakat neticesinde
tesis edilecektir. Bu çerçeve hem milletimizin güven duygusunu pekiştirecek hem
de ileride oluşabilecek hukuki ve toplumsal tartışmaların önünü kapatacaktır.
Devletin, kendi egemenlik alanı içinde, kendi kurumlarıyla ve kendi hukuk düzeni
çerçevesinde aldığı bu karar, huzur ve güven arayışı sürecinin meşru, öngörülebilir
ve sürdürülebilir bir zeminde ilerlemesinin ana dayanak noktası olacaktır.33
VIII. Kamu Düzeni ve Süreç Yönetimi
Terörün tasfiyesini istemeyen, bundan siyasi, ekonomik veya jeopolitik çıkar
devşiren iç ve dış unsurların süreci sabote etmeye çalışabileceği açıktır. Bu
çevreler, kimi zaman doğrudan şiddet eylemlerini teşvik ederek, kimi zaman da
dezenformasyon, provokasyon ve psikolojik harp yöntemleriyle toplumsal algıyı
manipüle ederek vatandaşlarımızın hassasiyetlerini istismar etmeye ve süreci
zayıflatmaya yönelebilecektir. Bu nedenle risk yönetimi, yalnızca güvenlik
kuvvetlerinin sahadaki tedbirlerinden ibaret olmayıp, aynı zamanda kamu düzenini,
toplumsal huzuru ve devlet kurumlarına duyulan güveni korumaya yönelik geniş bir
siyasal ve idari çerçeve içinde ele alınmalıdır.
Bu çevreler; toplumsal hafızayı manipüle etmeye, devlet kurumlarına güvensizlik
oluşturmaya veya süreci yanlış bir zemine çekmeye dönük çeşitli girişimlerde
bulunabilirler. Özellikle mağduriyetler üzerinden nefret söylemi üretmek, sosyal
medyayı ve iletişim kanallarını kullanarak devleti itibarsızlaştırmaya çalışmak, vatan
ve millet için bedel ödemiş şehit ailelerini, gazileri, güvenlik güçlerini ve korucuları
hedef alacak söylemlerle toplumsal kutuplaşmayı artırmak gibi yöntemler, bu
süreçte dikkatle izlenmesi gereken risk alanlarıdır.
Bu nedenle Komisyon tarafından ortaya konulan her yaklaşım, maksimum şeffaflık,
hesap verebilirlik ve kamu düzeninin mutlak korunması ilkeleri üzerine inşa
edilmiştir. Şeffaflık, sürecin arka planında gizli ve denetimsiz pazarlıklar yürütüldüğü
yönündeki iddiaları boşa çıkarmanın en etkili yoludur. Hesap verebilirlik, alınan
kararların hem hukuki hem de siyasi açıdan millet adına açıklanabilir ve
savunulabilir olmasını sağlar. Kurumsal denetim ise yürütülen politikaların kişisel
veya grupsal tercihlere bırakılmadan, devlet mekanizmasının kurumsal aklı içinde
şekillenmesini teminat altına alır.34
Sürecin her aşaması milletimizin hakemliğinde yapılmalıdır. Bu yalnızca bir ilke
tercihi değil; toplumsal güvenin devamı için zorunluluktur. Toplum, terörün sona
erdirilmesi adına atılan adımların hangi hukuki çerçeveye dayandığını, hangi
şartlarla kimleri kapsadığını, mağdur haklarının nasıl korunduğunu ve kamu
düzeninin nasıl gözetildiğini açık biçimde görebildiği ölçüde sürece sahip
çıkılmalıdır.
Kamu düzeninin en küçük zafiyeti, terörün yeniden zihinlerde ve sahada alan
kazanmasına sebep olabilir. Bu nedenle sürecin ekonomik çıkar, kişisel ayrıcalık
veya siyasi rant alanına dönüşmesine kesinlikle izin verilmemelidir. Zira süreç siyasi
çıkar elde etme süreci değil ortak geleceği inşa etme idealidir. Süreci manipüle
etmeye dönük dezenformasyon ve algı operasyonları karşısında devlet, kurumsal
iletişim ve stratejik koordinasyon ile hareket etmelidir. Bu kapsamda, kamuoyuna
doğru bilginin zamanında ve anlaşılır biçimde sunulması, kasıtlı bilgi kirliliğini
azaltacaktır.
Toplumsal hassasiyetleri istismar etmeyi amaçlayan girişimler, hukukun ve devlet
otoritesinin kararlı müdahalesi ile karşılanmalıdır. Şehit ailelerimizi ve gazilerimizi
rahatsız edecek hiçbir adıma müsaade edilmemelidir.
Aynı şekilde, süreci sabote etmeye dönük şiddet çağrıları, nefret söylemi ve kamu
düzenini hedef alan eylemler, hukuk devletinin gerektirdiği ölçüler içinde kararlılıkla
karşılık bulmalıdır. Burada temel ilke açıktır: kamu düzeni-adalet ve özgürlük-
güvenlik dengeleri kesin bir kararlılıkla korunmalıdır.
Bu yaklaşım, sürecin sağlam zeminde ilerlemesini, toplumsal barışın istikrarla
güçlenmesini ve devlet ve millet bütünlüğünün kurumsal güvenle pekişmesini temin
edecektir. Sağlam bir risk yönetimi çerçevesi, bu sürecin doğal dalgalanmalarını
kontrol altına alacak, terörün yeniden meşruiyet devşirebileceği alanları daraltacak
ve sürecin nihai hedefi olan güçlü ve büyük Türkiye vizyonuna ulaşılmasını
kolaylaştıracaktır.35
IX. Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge
Türkiye, milli güvenliğini yalnız kendi sınırları içerisinde ve dar anlamda kolluk
tedbirleriyle sınırlı görmeyen; tehdit ve risk alanlarını bölgesel güç dengeleri, sınır
ötesi hareketlilik ve jeopolitik etki sahaları çerçevesinde değerlendiren bir güvenlik
anlayışına sahiptir. Günümüzdeki terör yapılanmaları, klasik hiyerarşik örgüt
modellerinden farklı olarak, sınır tanımayan, gevşek ve hücre tipi ağlar halinde
örgütlenen, dijital mecraları yoğun biçimde kullanan, devlet otoritesinin zayıfladığı
veya fiilen ortadan kalktığı alanları birer “güvenli sığınak” gibi değerlendiren
yapılardır. Bu örgütler, yalnızca bir ülkenin iç güvenliğini değil, bir bütün olarak
bölgesel istikrarı ve uluslararası düzeni tehdit eden esnek ve hareketli yapılara
dönüşmüştür. Bu nedenle Türkiye için “Terörsüz Türkiye” hedefi, doğal olarak
“Terörsüz Bölge” perspektifi ile birlikte ele alınmakta; ülke sınırları ile sınırlı bir
güvenlik okumasının yeterli olmayacağı açık biçimde görülmektedir.
Suriye ve Irak sahasında yaşanan otorite boşlukları, iç savaşlar, vekalet çatışmaları
ve bölgesel rekabetler, terör yapılanmalarının barınma, silahlanma, eğitim,
propaganda ve finansman faaliyetlerini sürdürdükleri geniş bir alan yaratmıştır.
Türkiye’nin güney sınırlarının hemen ötesinde ortaya çıkan bu güvenlik boşluğu,
yalnızca komşu ülkelerin iç dengelerini değil, doğrudan Türkiye’nin ulusal
güvenliğini, sınır bütünlüğünü ve toplumsal istikrarını da etkilemektedir. Sınırın bir
tarafında terör örgütüyle etkin mücadele yürütülürken, diğer tarafında aynı örgütün
farklı isimler, farklı görünüşler altında meşruiyet devşirme çabaları içine girmesi
Türkiye açısından kabul edilemez bir çelişki doğurmaktadır. Bu nedenle Türkiye,
sınırın her iki tarafında da terör tehdidinin kaynağında bertaraf edilmesini esas alan
bütüncül bir güvenlik yaklaşımı benimsemektedir.36
Türkiye’nin bu çerçevedeki temel ilkesi açıktır: Suriye ve Irak sahasında, Türkiye’nin
güvenliğini tehdit eden hiçbir terör yapılanmasının yaşamasına ve genişlemesine
asla müsaade edilmeyecektir. İster vekâlet örgütleri üzerinden ister paramiliter
yapılar üzerinden olsun, Türkiye’nin sınır hattında bir terör koridoru oluşturmaya
dönük her girişim, ulusal güvenlik açısından kırmızıçizgi olarak görülmekte ve
devletin bütün kurumları tarafından kararlılıkla ele alınmaktadır. Bu kararlılık,
yalnızca askeri tedbirler üzerinden değil, diplomasi, uluslararası hukuk, istihbarat
işbirliği, sınır güvenliği, ekonomik araçlar ve insani tedbirlerin bir arada kullanıldığı
çok boyutlu bir strateji zemininde hayata geçirilmektedir.
Bu bağlamda, Suriye’de yaşayan Kürtler, hiçbir şekilde terör örgütlerinin gölgesiyle
özdeşleştirilemez ve terör yapılarının zorla kurduğu alan kontrolü altında
tanımlanamaz. Türkiye’nin buradaki yaklaşımı; etnik kimlikleri istismar eden terör
örgütlerini hedef alan, Kürtlerin kimliği, dili, kültürü ve onurunu ise korumayı esas
alan bir politikaya dayanmaktadır. Sorun, her türlü değeri araçsallaştıran, gençleri
şiddete ve illegal yapılara sürükleyen terör örgütleridir. Bu nedenle Türkiye, sınır
ötesi güvenlik operasyonlarını planlarken ve uygularken, bölgedeki sivillerin can
güvenliğini, temel haklarını ve onurlu yaşam hakkını korumaya riayet etmekte; hiçbir
faaliyet ve eylemini etnik karşıtlık ya da kimlik temelli bir ayrıştırma mantığı üzerine
kurmamaktadır.
Bu kapsamda, Suriye sahası ile ilgili olarak; 8 Aralık 2024’teki devrimle birlikte
oluşan yeni konjonktür etnik, mezhebi ve dini kesimleriyle bir bütün olarak Suriye
için çok büyük bir kazanım ve fırsat penceresidir. Türkiye de meseleye bu zaviyeden
bakmakta, ilk günden itibaren Suriye’nin toprak bütünlüğünü, egemenlik haklarını,
hakimiyet normunu vazgeçilmez önemde görmekte ve devleti ve milletiyle entegre
bir Suriye’nin anayasal geçişini sağlıklı bir şekilde tamamlayarak devlet yapısını inşa
etmesinin önemini vurgulamaktadır. Buna engel olmaya dönük herhangi bir terör,
çatışma ve istikrarsızlık unsurunu ise kendi güvenliği bakımından tehdit olarak
değerlendirmektedir. Öyle ki, Terörsüz Türkiye ve Terörsüz Bölge vizyonunu
bağdaşık ve bütünleşik bir vizyon olarak kodlaması, bu anlam zeminine yönelik bir
husustur. Bu kapsamda Türkiye’nin meseleye bakışı nettir: PKK’nın bölgedeki ve
Suriye’deki bütün unsurlarının, örgütün bileşen ve uzantıları oldukları gerçeğinden37
hareketle, tasfiyesi ve Şam yönetimi ile imzaladıkları 10 Mart Mutabakatının gereğini
bir an evvel yerine getirmeleridir. Bu, Suriye’deki tüm kesimler için kazan-kazan
durumu yaratacağı gibi, Türkiye’nin güvenlik hassasiyetini karşılayacak istikrarlı,
terör unsurlarıyla enfekte olmamış, kendi geleceğini kendi milletinin iradesiyle kuran
bir Suriye anlamına gelecektir.
İsrail’in, bu noktada, Gazze soykırımıyla başlayarak dozu sürekli artan saldırganlığı
ve pervasızlığı, bölgenin birçok ülkesinden sonra Suriye’ye de yaydığı bir savaş,
saldırganlık ve istikrarsızlaştırma politikası olarak tezahür etmektedir. Bu bağlamda;
Suriye’nin bir yandan güney tarafında sosyolojik, siyasi, askeri ve coğrafi bir
dizayna, diğer yandan da kuzey tarafında siyasi, askeri ve coğrafi bir kurguya
heveslenerek Suriye’yi parçalama, istikrarsızlaştırma ve terör unsurları üzerinden
vekalet mücadelesi yürütme girişimlerine Türkiye’nin göz yumması yahut kayıtsız
kalması düşünülemez. Zira bu, tüm bölgenin istikrarsızlık, kaos, kan ve şiddet
sarmalına yeniden girme tehlikesi anlamına gelecektir.
Irak sahasında da benzer şekilde, Türkiye bir yandan bu ülkenin egemenliğine ve
toprak bütünlüğüne saygı gösterirken, diğer yandan Irak’ın kuzeyinde ortaya çıkan
otorite boşluklarının terör yapılanmaları tarafından Türkiye’ye yönelik saldırıların
planlandığı, örgüt kadrolarının eğitildiği ve lojistik ağların kurulduğu alanlara
dönüşmesini yakından izlemektedir. Bu bölgelerde kök salan terör yapılanmaları,
zaman içinde yalnızca Türkiye’ye yönelik değil, bölge halkına yönelik baskı, tehdit
ve zorla tahakküm pratikleri de geliştirmekte; yerel halkı göçe zorlayan, ekonomik
hayatı felç eden, toplumsal dokuyu tahrip eden fiiller işlemektedir. Türkiye, Irak
merkezi hükümeti ve bölgesel yönetimle yürüttüğü temas ve işbirliği çerçevesinde,
terör tehdidinin kaynağında ortadan kaldırılmasını ve bu alanların yeniden meşru
otoriteye kavuşmasını hedeflemektedir.
Bu bağlamda, özellikle vurgulamak gerekir ki, 7 Ekim 2023 sonrasında Gazze’de
yaşanan ağır bombardımanlar, yerinden etmeler, açlık, sivillerin hedef alınması ve
altyapının sistematik imhası, bölgeyi yalnız yerel bir çatışma alanı olmaktan
çıkararak geniş ölçekli bir istikrarsızlık sarmalına sürüklemiştir. İsrail’in, yayılmacı ve
işgalci yasa dışı yerleşim ve genişleme planlarını fiili politika haline getirmesi,
uluslararası hukuku ihlal eden eylemleri meşrulaştırma çabaları ve Lübnan, Suriye,38
Yemen ve İran’a yönelik askeri operasyonları, bölgeyi adım adım ateşe
sürüklemektedir.
İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırım, savaş suçları ve ağır insan hakları ihlallerine
yol açmakla kalmamakta, aynı zamanda bölgeyi etnik ve demografik mühendislik
üzerinden yeniden şekillendirmeyi hedefleyen yayılmacı bir yaklaşımı da
beslemektedir. Gazze’deki insanlık trajedisinin ardından Lübnan’a yönelik saldırılar,
Suriye sahasında güç boşlukları, İran’a yönelen suikast ve sabotaj faaliyetleri,
bölgenin kontrolsüz bir çatışma dinamiğine sürüklendiğini göstermektedir. Bu tablo
karşısında Türkiye, yalnızca diplomatik değil, güvenlik ve insani düzlemde aktif bir
aktör olarak konumlanmakta ve bölgesel barışın tesisini bir güvenlik önceliği olarak
görmektedir.
Bölgesel istikrara ilişkin bu tablo, tarihi bir perspektifle de uyumludur. Bölge ne
zaman Türk, Kürt ve Arap birlikte hareket etmişse, adalet, düzen ve güç ortaya
çıkmıştır. Ne zaman ayrışma, dış müdahale ve zayıflatıcı nifak girmişse, bölge ateşe
sürüklenmiştir. Bugün yaşanan krizlerin önemli bir kısmı, bu tarihsel gerçeğin
modern yansımasıdır.
Türkiye’nin “Terörsüz Bölge” vizyonu, yalnızca güvenlik eksenli bir proje değildir.
Bölgenin tarihsel, kültürel ve insani dokusunu gözeten, ekonomik işbirliğini ve
karşılıklı bağımlılığı güçlendiren, insani yardım kanallarını açık tutan, yeniden inşa
süreçlerine katkı sunan geniş perspektifli bir yaklaşımdır. Türkiye, terör örgütlerinin
en fazla beslendiği zeminlerin yoksulluk, çaresizlik, adaletsizlik algısı, siyasal
dışlanmışlık ve aidiyet eksikliği olduğunun farkındadır. Bu nedenle terörle
mücadelenin uzun vadeli başarısını, yalnızca askeri başarılarla değil; aynı zamanda
insanların hayat kalitesinin yükselmesi, hukuki güvencelerin güçlenmesi, temel
hizmetlere erişimin iyileşmesi ve gelecek umudunun artması ile birlikte okumaktadır.
Bu doğrultuda Türkiye, bölgedeki tüm kesimlerle güçlü bağlar kurmayı, kamu
diplomasisini etkin kullanmayı, kültürel ve sosyal etkileşimi artırmayı, eğitim, sağlık
ve altyapı alanlarında işbirliğini geliştirmeyi, ticaret ve ulaştırma koridorları
üzerinden karşılıklı çıkar alanları oluşturmayı hedeflemektedir. Terör örgütlerinin
istismar ettiği boşluklar daraldıkça, genç nüfusun meşru ve üretken faaliyet39
alanlarına yönelmesi kolaylaşacak; şiddet ve illegal yapılara duyulan yöneliş
azalacaktır. Türkiye, kendi güvenliğini korurken, bölgenin geneline sirayet eden bir
barış ve istikrar iklimine katkı sunmayı, dış politikasının ve güvenlik stratejisinin
ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir.
Türkiye’nin bölgesel terörle mücadele yaklaşımının bir diğer boyutu da, uluslararası
koalisyonlar, çok taraflı platformlar ve ikili mekanizmalar üzerinden ortak güvenlik
anlayışının güçlendirilmesidir. Türkiye, NATO müttefikliği, Birleşmiş Milletler
kararları, bölgesel kuruluşlar ve ikili güvenlik anlaşmaları çerçevesinde, terörle
mücadelede bilgi paylaşımı, ortak tatbikatlar, sınır geçişlerinin kontrolü, yabancı
terör unsurlarının hareketliliğinin engellenmesi ve terörün finansman kaynaklarının
kurutulması alanlarında aktif rol üstlenmektedir. Bu çabaların tamamı, hem Terörsüz
Türkiye hedefine hizmet etmekte hem de bölgenin tamamı için daha öngörülebilir,
daha şeffaf ve daha güvenli bir yapı oluşturulmasına katkı sağlamaktadır.
Türkiye, bu bütüncül yaklaşımıyla, terör tehdidini yalnızca bugünün güvenlik sorunu
olarak değil, aynı zamanda geleceğin barış düzeni açısından çözülmesi gereken
yapısal bir mesele olarak görmektedir. Bu nedenle bu vizyon, günü kurtarmaya
dönük geçici tedbirlerin değil, uzun vadeli stratejik planlamanın ürünüdür. Devletin
kurumsal hafızası, güvenlik birimlerinin saha tecrübesi, diplomasinin çok taraflı
kanalları, hukuk devletinin ilkeleri ve toplumun huzur ve güven beklentisi bu
vizyonun temel dayanaklarıdır. Bu vizyonun hayata geçirilmesi, yalnızca mevcut
tehditlerin bertaraf edilmesini değil, aynı zamanda yeni tehditlerin ortaya çıkmasını
önleyecek dirençli bir bölgesel güvenlik ekosisteminin inşasını da hedeflemektedir.
Bu çerçevede Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi zemini, güvenlik
kurumlarıyla beraber dış politika yapıcılarının, kalkınma aktörlerinin, sivil toplumun
ve bölgedeki tüm kesimlerin ortak katkısıyla, adım adım inşa edilecek çok katmanlı
bir huzur ve güvenlik projesi olarak değerlendirilmelidir.
Bu çerçevenin nihai anlamı açıktır: Saflarımızı sıklaştıracağız, kardeşliğimizi
perçinleyeceğiz, kavlimizi tazeleyeceğiz. Terörsüz Türkiye ve ardından Terörsüz
Bölge hedeflerimize salimen vasıl olduğumuzda, önümüzde yepyeni bir sayfa
açılacak, bin yıllık kardeşliğimiz yeni bir merhaleye ulaşacak ve aramıza ekilen nifak
tohumları sonsuza kadar sökülüp atılacaktır.40
Sonuç olarak Türkiye, terörü tasfiye ederken kardeşliği koruyan, güvenliği sağlarken
insan onurunu teminat altına alan, milli çıkarlarını savunurken hukuka bağlılığını
sürdüren bir çizgiyi kararlılıkla takip etmektedir. Terörsüz Türkiye ile Terörsüz Bölge
hedefi, birbirini tamamlayan iki stratejik halkadır. Bu iki hedef arasında kurulacak
uyum arttıkça, ülkemizin sınırları içinde huzur, sınırlarının ötesinde ise barış ve
istikrarın aynı anda güçlenmesi mümkün olacaktır. Böylece Türkiye, hem kendi
vatandaşlarına daha güvenli ve müreffeh bir gelecek sunacak, hem de içinde
bulunduğu coğrafyanın barış ve istikrar kuşağı haline gelmesine öncülük edecektir.41
X. Ekonomik Etkiler
Terör, yalnızca güvenlik alanında yarattığı tahribatla sınırlı kalmamış; kalkınma,
üretim, sosyal refah, toplumsal huzur ve insan sermayesi üzerinde uzun yıllar
boyunca ağır ve çok boyutlu bir yük oluşturmuştur. Terörün arkasındaki odaklar
terörü Türkiye’nin önüne koyarak ülkemizin tüm bu hedeflerden geri bırakmaya
çalışmışlardır. On yıllar boyunca kamu kaynaklarının önemli bir bölümü kaçınılmaz
olarak terörle mücadeleye harcanmış; bu durum, ülkenin pek çok bölgesinde altyapı
yatırımlarının ertelenmesine, sosyal politika alanlarında istenen hızda ilerleme
kaydedilememesine, eğitim, sağlık, kültür, turizm ve kalkınma projelerinin yeterli
düzeye ulaşamamasına yol açmıştır.
Farklı modellemelere dayalı yapılan değerlendirmelerde terörün Türkiye’ye toplam
maliyetinin 2 trilyon dolar olduğu tespit edilmiştir. Yani Türkiye’de bugüne kadar
teröre harcanan para kalkınmaya, yatırıma ve sektörel büyümeye harcanmış
olsaydı, birçok modellemeye göre ülkemiz dünyada ilk 10 büyük ekonomi arasına
girecek, kişi başı millî gelirimiz 35 bin dolar bandına gelecek, bugün 1,5 trilyon dolar
olan gayri safi yurt içi hasılamız en az 3 kat artarak yaklaşık 4,5 trilyon dolar
seviyesine çıkabilecekti.
Yıllarca ortaya çıkan büyük ekonomik, sosyal, psikolojik maliyetler bölge için ticaret,
sanayi, tarım, hayvancılık ve turizm alanlarında çok büyük negatif etkiler yaratmıştır.
Şiddet ortamının sona erişiyle birlikte ise ülke ekonomisinin genelinde ve özelde
bölge illerinde; sermayenin daha fazla akabileceği, yatırım ve istihdamın artacağı,
vergi tabanının güçleneceği, yüksek katma değerli üretim ve milli gelir artışının
sağlanacağı, daha fazla doğrudan yabancı yatırımın çekileceği, düşük ve uzun
vadeli borçlanma imkanının doğacağı, fiyat istikrarının sağlanabileceği, düşük kayıt
dışı ekonomi ile adil rekabet ortamının sağlanacağı, risk algısının ve risk kaynaklı42
ek maliyetlerin düşeceği, verimlilik ve inovasyon ortamının yükseleceği bir iktisadi
zemin doğacaktır.
Güvenlik sorunlarının en yıkıcı etkilerinden biri de zorunlu iç göç olmuştur. Bu göçler
kırsaldaki genç ve nitelikli iş gücünü azaltmış, köyleri boşaltmış ve üretim
kapasitesini zayıflatmıştır. Bu olumsuz durumun düzeltilmesi için terörden
kaynaklanan zararların tazmini amacıyla bazı kanuni düzenlemeler yapılmıştır.
Daha geniş bir zaviyeden bakıldığında, ülkemizi bir yandan Orta Asya üzerinden
Çin’e bağlayan “Orta Koridor” bağlamında, bir yandan Türkiye’nin kilit enerji ve
lojistik merkezi olma konumunu pekiştirecek ve bölgesel ticarette stratejik önem
taşıyan “Zengezur Koridoru” ekseninde, bir taraftan ise aynı zamanda Çin’in “Kuşak
Yol Projesi” ile bütünleşecek “Irak Kalkınma Yolu” vizyonunu hayata geçirebilecek
bölgesel ve küresel ticaret, enerji ve lojistik ağı oluşturma avantajını Türkiye’ye
sunacak bir perspektif karşımıza çıkmaktadır. Bu proje ile; modern bir ulaşım
altyapısı kurularak Uzak Doğu, Güney Asya ve Körfez Ülkeleri ile Avrupa arasında
bir köprü oluşturmak amaçlanmakta ve sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için
tarım, sanayi, inşaat, lojistik ve turizm sektörlerini geliştirmek hedeflenmektedir.
Söz konusu proje ile, Asya, Pasifik ve Hindistan bölgesinden Avrupa ve Kafkaslara
uzanan, Süveyş Kanalı’na alternatif bir koridor hedeflenmektedir. Basra Körfezi’nde
bulunan El-Faw Limanı’ndan başlayarak Türkiye sınırına ulaşan demiryolu,
karayolu, enerji ve iletişim nakil hatlarından oluşan bu stratejik proje, Türkiye ve Irak
merkezli olarak bölge ve dünya ticareti için önemli bir bağlantı inşa edecektir.
Özellikle son 15 yılda, bölgedeki siyasi, toplumsal ve ekonomi-politik hatta kırıcı
etkiler yaratan, beraberinde son 4 yıldır bölge barışını yerle bir eden çatışmaların
yarattığı etki, yine Doğu Akdeniz merkezli hidrokarbon paylaşım sahasındaki büyük
hesaplaşma ve meydan okumalar ile gelen bölgesel kırılmaların yanı sıra, Covid-19
pandemisinin yarattığı derin etki, üretim, sanayi, tarım ve enerji alanları başta olmak
üzere küresel ekonomi-politik yapıyı keskin dönüşümlere uğratacak büyük bir
dönüşümü sürüklemektedir. Türkiye ise bu çalkantılı ve belirsizlikler içerisindeki
jeopolitik zeminde hem iktisadi bağımsızlığını derinleştiren hem de gelecek ufkunu
kendi lehine çevirebilecek stratejik adımlar atmaktadır. Kendi iç sorunlarını43
çözebilmiş bir Türkiye, kuşku yok ki, oluşan bu yapısal boşluğun iktisadi zeminini
kendi kalkınma ve büyüme ivmesine çevirecek; bu ise aynı zamanda ülke içi
dağılımda simetrik ve adaletli bir kalkınma sonucunu doğuracaktır.
Bugün toplumun farklı kesimlerinden yükselen ortak beklenti nettir: Türkiye’nin
kaynakları eğitime, üretime, teknolojiye, yenilikçiliğe, gençlere, şehirlerimizin
gelişimine ve gelecek nesillere güçlü bir ülke bırakacak stratejik alanlara
yönlendirilecektir. Terörün sona ermesi, Türkiye’nin ekonomik, toplumsal ve
kurumsal kapasitesinin üzerinde yıllardır biriken burada sayamayacağımız
görünmez yüklerin kalkması anlamına gelmektedir.
Terörün tamamen tasfiye edilmesi, Türkiye’nin ekonomik kapasitesinin
güçlenmesini ve ülkenin gerçek potansiyelinin ekonomiye tam olarak yansıtılmasını
mümkün kılacaktır. Güvenlik risklerinin azalması yatırım ortamını güçlendirecek;
bölgesel kalkınma farklarının azaltılması, tarım ve sanayi üretim ağlarının birbirine
eklemlenmesi, kamu yatırımlarının daha dengeli şekilde planlanabilmesi büyüme
hızını doğrudan artıracaktır. Turizm, enerji, lojistik ve ulaşım koridorlarının güvenli
bir çerçeveye kavuşması hem yerli hem yabancı yatırımcının uzun vadeli
öngörülebilirlik kazanmasını sağlayacak; istihdam olanakları genişleyecek, ihracat
artacak ve yenilikçi üretim ekosistemleri güçlenecektir. Yatırımcının risk algısının
azalması, bölgesel kalkınmanın hızlanması anlamına gelir; bu da Türkiye’nin
uluslararası rekabet gücünü yükseltir.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, Türkiye’nin sosyoekonomik kalkınma
vizyonunun temel eksenlerinden biridir. Bu bölgeler, yukarıda da belirtildiği üzere,
yüzölçümü, genç ve dinamik nüfusu, tarımsal üretim potansiyeli, yenilenebilir enerji
kaynakları, ticaret imkanları ve jeostratejik konumu itibarıyla olağanüstü bir
kalkınma kapasitesine sahiptir. Ancak uzun yıllar boyunca güvenlik riskleri
nedeniyle tarım, hayvancılık, madencilik, lojistik, turizm ve ticaret gibi alanlarda
ortaya çıkabilecek geniş ölçekli ekonomik imkanlar değerlendirilememiş; bölgenin
sahip olduğu doğal ve beşerî kaynaklar sınırlı biçimde kullanılabilmiştir. Terörün
sona ermesi, bu bölgelerde yalnızca güvenlik alanında bir normalleşme değil;
üretim, ticaret, bölgesel entegrasyon ve istihdam açısından yeni bir kalkınma
döneminin kapılarını aralayacaktır. Bölge, Türkiye’nin Orta Doğu, Afrika, Kafkasya44
ve Orta Asya’ya açılan stratejik bağlantı hattı haline gelirken hem ticaret hacmi
artacak hem de bölge halkının ekonomik refahı yükselişe geçecektir.
Toplumsal huzur ile ekonomik kalkınma birbirinden ayrıştırılamayan iki ana
sütundur. Güvenlik risklerinin azalması yatırımcı güvenini artırırken, üretim ve
istihdam alanlarının genişlemesi toplumsal aidiyet duygusunu güçlendirecek,
vatandaşların devlete ve geleceğe olan güveni pekişecektir. Ekonomik gelişmenin
sağladığı gelir artışı, yoksulluk oranlarının düşmesi, sosyal devlet uygulamalarının
güçlenmesi ve orta sınıfın genişlemesi; kalıcı huzur ve güvenin en sağlam toplumsal
teminatlarıdır. Güçlü bir orta sınıfın bulunduğu toplumlarda demokratik katılım artar,
toplumsal kutuplaşma azalır ve siyasal istikrar güçlenir. Böylece ekonomik büyüme
ve toplumsal huzur, birbirini besleyen pozitif bir döngü oluşturur.
Bu vizyon, yalnızca güvenlik temelli bir hedef değil; müreffeh, özgüvenli, üretken ve
geleceğini planlayabilen bir Türkiye idealidir. Kalıcı huzur ve güvenin en güçlü
teminatı, adil refahın toplumun her kesimine ulaşmasıdır. Devletin, güvenlikten
tasarruf etmeden ama huzur ve güvenin getirdiği imkanları üretime, eğitime, bilime
ve gençlere yönlendirebilmesi; bu hedefin ekonomik rasyonalitesini oluşturmaktadır.
Bu rasyonalite, hem bugünkü kuşakların hem de gelecek nesillerin daha güçlü, daha
güvenli ve daha umutlu bir ülkede yaşamasını mümkün kılacaktır.45
XI. Uluslararası Tecrübeler ve “Türkiye
Modeli”
Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi sürecinin sağlıklı, gerçekçi ve
sürdürülebilir bir zemine oturtulabilmesi açısından uluslararası tecrübeler de
değerlendirilmiştir. Dünyanın farklı bölgelerinde yürütülen silah bırakma, örgüt
tasfiyesi ve toplumsal entegrasyon süreçleri, Türkiye’nin şartlarıyla birebir
örtüşmemekle birlikte, belirli ilkeler bakımından değerlendirilebilir nitelik
taşımaktadır. Uluslararası örneklerde çatışma sonrası dönemlerde silahların ne
şekilde toplanıp imha edildiği, örgütsel yapılarının tasfiyesi, eski mensupların hangi
hukuki ve sosyal mekanizmalar aracılığıyla topluma geri döndürüldüğü ve mağdur
haklarının hangi kurumsal çerçeve ile korunduğu, bu deneyimlerin ortak başlıkları
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Türkiye’nin kırk yılı aşan terörle mücadele birikimi dikkate alındığında, esas
başarının ülkemizin kendi tecrübesi, toplumsal gerçekliği ve devlet geleneği ile
şekillenecek özgün bir model ile, yani “Türkiye Modeli” ile elde edileceği izahtan
varestedir. İngiltere, İspanya, Latin Amerika veya Asya bağlamlarında geliştirilen
modeller, Türkiye için ne doğrudan nakledilebilir bir şablon ne de aynen taklit
edilebilecek bir hukuki iskelet olarak görülmelidir.
Ülkemiz milletimizin iradesi, toplumsal bütünlüğümüz ve siyasal kararlılık
çerçevesinde en doğru modeli oluşturabilecek yetkinliğe sahiptir. Bu bağlamda,
uluslararası örnekler Türkiye’nin kendi ihtiyaçları, anayasal düzeni ve güvenlik
doktrini ile karşılaştırmalı olarak ele alınmalı; evrensel nitelik taşıyan ilkeler
ayıklanmalı, ancak nihai çerçeve ülkemizin özgün şartlarına göre inşa edilmelidir.
Uluslararası tecrübeler, yalnızca yol gösterici ve karşılaştırmalı bir çerçeve sunmalı;46
asıl model ise Türkiye’nin kendi hukuk sistemi, toplumsal yapısı ve devlet
geleneğinin üzerinde yükselmelidir.47
XII. Hukuki Düzlem: Müstakil ve Geçici Kanun
Terörün ve şiddetin kalıcı bir şekilde ortadan kaldırılması, yalnızca güvenlik
tedbirlerinin sürekliliğine değil; öngörülebilir, toplumca benimsenmiş ve devletin
uzun vadeli hedefleriyle uyumlu bir hukuk çerçevesinin oluşturulmasına bağlıdır. Bu
nedenle, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi sürecine ilişkin yasal
düzenlemenin, müstakil ve geçici bir kanun niteliğinde hazırlanması hukuk tekniği
bakımından bir tercih değil, zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Böyle bir tasarım
hem düzenlemenin tarihselliğini hem de amacına özgü niteliğini teminat altına
alacak; diğer suç tipleri ve örgütler bakımından emsal teşkil etmeyecek şekilde
sınırlarını belirginleştirecektir.
Kanunun, sürekli uygulanacak ceza hükümlerine istisna veya ayrıcalık niteliği
taşıyan bir alan açmaması; tersine belirli bir tarihsel koşul, belirli bir eylem ve belirli
bir bağlam ile sınırlı dar bir hukuki çerçeve sunması gerekmektedir. Bu yaklaşım,
toplumun adalet duygusunu zedelemeyecek; hukukun üstünlüğü ve eşitlik ilkesiyle
uyumlu olacaktır.
Türkiye, bu alanda farklı zamanlarda farklı tecrübeler yaşamıştır. Bunlardan biri,
yakın döneme ait olup 2014 tarihli 6551 sayılı “Terörün Sona Erdirilmesi ve
Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun”dur. Bu kanun, çözüm
sürecine ilişkin teknik ve idari mekanizmaları kurmuş; ancak terör örgütünün silah
bırakma ve fesih koşullarını hazırlayan bir başlangıç kanunu niteliği taşımıştır.
Bugüne kıyasla bağlamı tamamen farklıdır.
Ayrıca Cumhuriyet tarihi boyunca çeşitli dönemlerde yaşanan olağanüstü hadiseler
nedeniyle belirli bölgelerdeki soruşturma ve infazların geçici süreyle ertelenmesine
ilişkin düzenlemeler yapılmıştır.48
Bugün gelinen noktada, ilk aşama olarak terör örgütünün kendisini feshi ve silahların
imhası ve yakılması da dahil olmak üzere, devletin ilgili kurumlarının yapacağı tespit
ve teyit mekanizması sonrasında, oluşturulacak düzenleme somut ihtiyacı daha
özgül kılmaktadır. Bu nedenle eski düzlemelerin yenilenmesi, bazı maddelerin
eklenmesi veya bazı hükümlerin genelleştirilmesi değil bugüne özgü yeni
tanımlamaların olduğu müstakil bir kanununun hazırlanması en doğru ve hukuken
en gerçekçi yaklaşımdır.
Terörün ve şiddetin sona ermesi ve terör örgütünün varlığının tamamen ortadan
kalkması sonrası döneme ilişkin normatif mimarinin oluşturulmasında iki temel
yaklaşım mevcuttur. İlk yaklaşım, mevcut mevzuatın taranması ve uyumlaştırılması
yöntemine dayanmaktadır. Bu çerçevede Terörle Mücadele Kanunu, 5237 sayılı
Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ve 5275 sayılı Ceza ve
Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun başta olmak üzere ilgili tüm
düzenlemelerin gözden geçirilmesi ve terör sonrası dönemin ihtiyaçlarına uygun
şekilde revize edilmesi mümkündür. Ancak, genel ve sürekli uygulanmak üzere
yürürlükte bulunan kanunlara belirli bir terör örgütünü konu alan hükümler
eklenmesi, uygulamada farklı çelişkilerin ortaya çıkmasına sebebiyet vereceğinden
mevzuat uyumlaştırması yöntemi teorik bir imkân olmakla birlikte, uygulamada
yüksek hukuksal risk taşımaktadır.
Bu sebeple, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi sürecinin hukuk devleti
ilkeleriyle uyumlu, öngörülebilir ve anayasal açıdan güvenli biçimde yürütülebilmesi
için müstakil bir Kanununun hazırlanması önemlidir. Bu kanunun yalnızca temel
ilkeleri belirlemekle yetinmemesi; izleme ve doğrulamaya ilişkin mekanizmaları,
kapsam ve sınırları, usule ilişkin hükümleri, denetimli serbestlik uygulamalarını,
erteleme ve infaz düzenlemelerini, idari makamların sorumluluk, görev ve yetkilerini,
gözlem süreçlerini ve istisnai hükümleri bir bütünlük içinde düzenlemesi
gerekmektedir.
Müstakil kanunun kapsamı belirlenirken, düzenlemenin yalnızca varlığını sona
erdirdiği tespit edilen ve doğrulanan terör örgütleri bakımından uygulanacağı açıkça
tarif edilmelidir. Bu tespit ve doğrulamanın ise devletin en üst güvenlik organları
eliyle oluşturulan kurumsal bir mekanizma tarafından yapılması zorunludur. Bu49
doğrultuda idari makamların alacağı açık bir kararla örgütün varlığının sona erdiğinin
doğrulanması ve müstakil kanun kapsamının bu karara dayanılarak sınırlandırılması
hem düzenlemenin amacıyla uyumlu olacak hem de kanunun diğer terör örgütlerine
sirayet etmesini engelleyecektir.
Modern hukuk düzeninin çok katmanlı ve karmaşık yapısı karşısında, böyle bir
çerçeve kanunun varlığı, uygulama sürecinde temel kanunlarda hiçbir değişiklik
yapılmayacağı anlamına gelmemektedir. Uygulamada ortaya çıkabilecek ihtiyaçlara
bağlı olarak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu,
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve diğer
mevzuatlarda da sınırlı ve yalnızca terörün ortadan kaldırılması ve örgütün feshine
yönelik düzenlemeler yapılması gerekebilecektir. Bu düzenlemeler, çerçeve
kanunda yer alan temel ilkelerden örgütün varlığının sona erdirildiğinin tespiti ve
doğrulanması kararından bağımsız olmayacak; yalnızca bu sürecin uygulanmasına
ilişkin teknik ve zorunlu alanlarla sınırlı kalacaktır.
Böylelikle, temel mevzuatta yapılacak değişiklikler, tamamen müstakil kanunun
hukuki mantığını esas alan ölçülü ve geçici istisnalar niteliğinde olacaktır.
Bu yaklaşım, terör örgütünün tamamen ortadan kaldırılması ve kalıcı hale gelmesi
için ihtiyaç duyulan alanlarda hakkaniyete uygun, ölçülü uygulamalar ile eşitlik
ilkesinin korunması arasında hassas bir denge kurmakta; uygulamanın icap ettiği
unsurların sınırlı ölçüde temel mevzuata yansıtılmasına imkân tanımaktadır.
Böylece, bu sürecin bütüncül normatif çerçevesi korunmakta, belirlenen örgütün
varlığının sona erdirildiğinin tespitine dayanılarak terör sonrası dönemin gerektirdiği
uyum adımları hukuken güvenli bir şekilde hayata geçirilebilmektedir.
Kanunun temel yaklaşımı, örgütün kendisini feshettiği bir dönemde kamu
güvenliğini, toplumsal onarımı ve hukuki istikrarı birlikte gözeten bütüncül bir
çerçeve oluşturmalıdır.
Bu çerçevede, devletin ceza adalet sistemine ilişkin yetkisi, süreç boyunca hiçbir
şekilde zayıflatılmamalı, hukuki sorumluluğun tespit ve değerlendirilmesine ilişkin
mekanizmalar tamamen mevzuat tarafından çizilen sınırlar içinde kalmalıdır.
Düzenleme, ceza hukukunun temel ilkeleri çerçevesinde toplumsal huzurun tesis50
edildiği yeni dönemin koşullarına uygun bir uygulama modeli oluşturmayı
hedeflemelidir.
Bu modelde temel amaç, silahı ve şiddeti reddeden bireylerin topluma yeniden
kazandırılmasını mümkün kılacak düzenli, öngörülebilir ve denetime açık bir
çerçeve oluşturmalıdır. Kişilerin hukuk düzeniyle uyumlu bir biçimde toplumsal
yaşama katılabilmesi için gerekli şartlar belirlenmeli, devletin güvenlik ve adalet
fonksiyonlarının işlerliği muhafaza edilmelidir. Böylece hem bireysel rehabilitasyon
hem de toplumsal bütünleşme süreçleri aynı anda desteklenmiş olacaktır.
Bu çerçevede, terör örgütü mensupları bakımından fiilin niteliği ve kişinin örgüt
içindeki konumu esas alınarak farklılaştırılmış, ölçülü ve denetlenebilir bir hukuki
çerçevenin oluşturulması önem arz etmektedir.
Yapılacak düzenleme, örgüt mensuplarını yeknesak ve soyut bir kategorik
değerlendirmeye tabi tutmak yerine, örgütsel faaliyet kapsamında ortaya çıkan
bireysel sorumluluğun kapsamını ve yoğunluğunu merkeze alan bir yaklaşımla
değerlendirmelidir. Bu yaklaşım doğrultusunda, yalnızca örgütsel aidiyet olgusu
değil, kişinin somut eylemleri, bu eylemlerin örgütsel faaliyet içindeki yeri ve
toplumsal sonuçları birlikte dikkate alınmalıdır. Bu nedenle, işlenen fiilin ağırlığı ve
toplumsal etkisi bakımından da ayrım yapılmalıdır.
Söz konusu ayrım, mutlak bir yaptırım anlayışını ya da sınırsız bir müsamahayı ifade
etmemelidir. Bilakis bu yaklaşım, hukuki sorumluluğun bireyselleştirilerek adil
biçimde tespit edilmesini ve ceza adalet sisteminin amaçlarıyla uyumlu şekilde
işletilmesini hedeflemelidir. Bu kapsamda, fiilin ağırlığı, kişinin eylem üzerindeki
etkisi, örgütsel yapı içindeki konumu ve eylemin doğurduğu sonuçlar birlikte
değerlendirilmekte, soruşturma, kovuşturma ve infaz süreçlerinde başvurulabilecek
hukuki mekanizmaların ölçülülük ve orantılılık ilkeleri çerçevesinde tayin edilmelidir.
Böylece, ceza hukukunun temel ilkeleri muhafaza edilirken, aynı zamanda adalet
duygusunu zedelemeyen, öngörülebilir ve denetlenebilir bir uygulama zemini tesis
edilmiş olacaktır.
Geçmişte örgütsel yapıyla ilişkisi bulunan kişilerin durumu, genel bir hukuki
uyumlandırma politikası çerçevesinde değerlendirilmeli, bu değerlendirme sırasında51
bireyin mevcut tutumunu, silahı ve şiddeti reddetmesi ve hukuk düzenine uyma
iradesi esas alınmalıdır. Amaç toplumun gelecekteki güvenliğini ve huzurunu
güçlendirecek şekilde, bireyin hukukla yeniden bağ kurmasını sağlayarak olumlu bir
şekilde sonuçlanmasıdır.
Bu bağlamda, müstakil kanununda bireylerin sürece uyumunun düzenli olarak
izlenmesi, suçun tekrarı ihtimalini azaltan hukuki bir güvenlik mekanizması
oluşturacaktır. Bu çerçevede, belirlenen izleme sürecinde yeniden suç işlenmesi
halinde, ilk fiil nedeniyle sağlanan imkanlar ortadan kalkmalı, yeni suç ile önceki fiil
ceza hukuku bakımından içtima ettirilerek bir bütünlük içinde değerlendirilmelidir.
Böylelikle devlet, hem toplumsal güvene katılım iradesini samimi şekilde ortaya
koyan bireyleri koruyan hem de süreci kötüye kullananlara karşı caydırıcı bir hukuki
çerçeve kuran ikili bir denge tesis etmiş olacaktır. Bu düzenleme, modern ceza
hukukunun tekerrür ve içtima ilkeleriyle uyumlu olmalı, bu sürecin disiplinli, ölçülü
ve denetime açık bir şekilde yürütülmesini güvence altına almalıdır.
Sürecin eşit uygulanması, keyfiliğe yol verilmemesi ve kötüye kullanımın
engellenmesi hem toplumsal güvenin korunması hem de hukuk devleti ilkelerinin
güçlendirilmesi açısından kritik önem taşımaktadır.
Bu hukuki düzenlemenin amacı, suçu mazur görmek ve affetmek değil; silah ve
şiddeti reddeden bireyin topluma dönüşünü kolaylaştırmak, toplumun adalet
beklentisini korumak ve toplumsal huzuru ve güveni yeniden tesis etmektir. Devlet
bu noktada kudret ve şefkati birlikte kullanacaktır: kudret güvenliği sağlar, şefkat
toplumsal onarımı mümkün kılar. Kalıcı huzur ve güven ise ancak bu iki değer aynı
zeminde buluştuğunda tesis edilebilir.
Düzenlemenin uygulanmasına ilişkin denetim ve izleme mekanizmalarının açık,
bağlayıcı ve şeffaf şekilde belirlenmesi; adaletin eşit uygulanması, sürecin kötüye
kullanımının önlenmesi ve toplumsal güvenin güçlendirilmesi zorunludur.52
XIII. Toplumsal Uyum
Terörün ve şiddetin bitmesiyle siyaset ve demokrasinin üzerindeki yükler kalkacak,
bu durum toplumda daha olumlu bir iklim oluşturacaktır. Böylece devlet, ülkenin
refah ve kalkınması için yapması gereken sosyal, siyasi, ekonomik ve kültürel
politikaları daha etkin hayata geçirebilecektir. Terör ve şiddetin bitmesiyle birlikte
Türkiye açısından önemli olan diğer bir aşama topluma uyum sürecidir. Bu sürecin
en önemli özneleri, aile çerçevesinde kadınlar, gençler ve çocuklar olmalıdır. Bu
süreç, yalnızca bireyin silahlı yapıdan ayrılmasını değil; bireyin sosyal, ekonomik ve
psikolojik açıdan güçlendirilmesini, toplumla yeniden bağ kurmasını, hukuki düzeni
içselleştirmesini hedefler. Terör ortamının yarattığı zararlar bireysel düzeyde olduğu
kadar toplumsal düzeyde de etkilidir.
Bu nedenle topluma uyum politikaları bir yandan bireyin uyumunu hedeflerken, diğer
yandan toplumun da bu uyumu kabul edebilecek kapasitede olmasını amaçlar.
Toplumun güvenini, adalet duygusunu ve destek mekanizmalarını güçlendirmeyen
hiçbir topluma uyum politikası sürdürülebilir değildir.
Ekonomik uyumun sağlanması, topluma uyum sürecinin en önemli
unsurlarındandır. Ekonomik imkansızlıklar bireylerin yeniden riskli yapılara
yönelmesini tetikleyebilir. Bu nedenle istihdamın artırılması, yerel üretimin
güçlendirilmesi, iş gücüne katılımını teşvik edecek mekanizmaların uygulanması,
bölgesel kalkınma projelerinin genişletilmesi ve ekonomik hayata katılımın
kolaylaştırılması gerekmektedir. Ekonomik istikrarın sağlanması, toplumsal uyumun
en somut teminatlarından biridir.53
Psikososyal destek mekanizmaları, sürecin sağlıklı işlemesi bakımından kritik
önemdedir. Terör ve şiddet ortamında uzun süre bulunan bireyler çoğu zaman
travmanın etkilerini taşır. Bu travmalar aile ilişkilerini, sosyal uyumu ve bireyin
geleceğe bakışını olumsuz etkileyebilir. Psikolojik danışmanlık, aile içi destek
programları ve sosyal uyum faaliyetleri, bireyin sivil yaşama sağlıklı dönüş
yapabilmesi ve topluma uyum için zaruridir.
Topluma uyum sürecinin başarısı büyük ölçüde toplumun sürece güven duymasına
ve desteğine bağlıdır. Bunun için şeffaf süreç yönetimi, doğru iletişim stratejileri ve
toplumsal farkındalık oldukça önemlidir. Kamuoyu desteği olmadan hiçbir topluma
uyum programı kalıcı başarı üretemez.
Bu süreç aynı zamanda güçlü bir kurumsal koordinasyon gerektirir. Adalet, İçişleri,
Milli Eğitim, Sağlık, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlıkları, Gençlik ve Spor Bakanlığı,
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çevre,
Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı başta olmak üzere ilgili kurum ve kuruluşlar
arasında sürekli bir eşgüdüm bulunmalıdır. Bu eşgüdüm, idari bir zorunluluktan öte
toplumsal bir seferberlik anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak topluma uyum politikası, Türkiye’nin huzur ve güveni, güçlü demokrasi
ve sürdürülebilir toplumsal düzen hedefinin merkezinde yer almaktadır. Güvenliğin
sağlanması sürecin başlangıcı olsa da sosyal, ekonomik ve psikolojik iyileşmenin
sağlanması Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi vizyonunun gerçek anlamda
hayata geçmesini sağlayacak en önemli unsurdur.54
XIV. Tasfiye Sonrası Demokratikleşme
Perspektifi
Terör örgütünün silahlı kapasitesini kaybetmesi ve örgütsel varlığının kendi
iradesiyle sona ermesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal, hukuki ve toplumsal düzeni
açısından yalnızca güvenlik risklerinin ortadan kalkması anlamına gelmemektedir.
Bu gelişme, Türkiye’nin demokratikleşme tarihinde yeni bir eşiğe işaret eden,
yüksek etkili ve çok boyutlu niteliğe sahip bir dönüşüm fırsatı ortaya çıkarmaktadır.
Terörün sona ermesiyle birlikte siyasal alan üzerindeki uzun süreli baskının
kalkması, demokratik katılımın ve toplumsal temsilin güçlendirilmesine yönelik
çalışmalar için daha uygun bir zemin yaratacaktır. Bu yeni siyasal atmosfer, yönetim
süreçlerinin iyileştirilmesi ve güçlendirilmesine elverişli bir ortam sunmaktadır. Bu
nedenle fesih ve silahların bırakılması sonrasındaki dönem Türkiye’nin
demokrasisinin daha yüksek standartlara ulaşması yolunda daha elverişli bir ortam
oluşturacaktır.
Cumhurbaşkanımızın uzun yıllardır vurguladığı “adaletle büyüyen, kardeşlikle
güçlenen, terörsüz Türkiye” vizyonu, bu yeni dönemi yalnızca güvenliğin pekiştiği
bir dönem olarak değil, aynı zamanda Türkiye Yüzyılı’nın siyasal mimarisini
güçlendirecektir. Böylelikle Türkiye, uzun yıllardır yaşadığı ve Cumhuriyetin temel
kazanımları ile demokratik talepler arasındaki gerilim olarak ifade edilen siyasal
ikilemi aşma ve bu iki temel değeri bütünleştiren bir kamu düzeni inşa etme imkânı
elde etmektedir.
Demokratik derinleşmenin temel boyutlarından biri, hak ve özgürlükler alanında
evrensel standartlara uygun, vatandaşlık temelinde kurulan bir toplumsal yapının55
kurumsallaştırılmasıdır. Terör baskısının kalktığı yeni dönemde demokratik
siyasetin zemini güçlenecek vesayet ve tehditler tamamen ortadan kalkarak meşru
siyasal tartışma alanı genişleyecektir.
Bu anlayış, devletin üniter yapısı ve milli bütünlüğü ile çelişmeyen; aksine bütün
vatandaşların kendilerini bu yapının eşit ve saygın bir öznesi olarak görmesini
sağlayan kapsayıcı bir demokratik ufku zorunlu kılmaktadır. Demokratik düzen,
terörle arasına kesin çizgi çeken tüm siyasal aktörleri meşru birer paydaş olarak
kabul ettiğinde gelişir; eleştirel aktörlerin varlığı da demokratik siyasetin doğal bir
unsuru haline gelir.
Siyasi normalleşmenin temel boyutlarından biri, meşru siyasal alanın hukuki ve
ahlaki sınırlarının berraklaştırılmasıdır. Terör örgütüyle doğrudan veya dolaylı ilişki
kurmayı, terörü meşrulaştıran söylemler üretmeyi ve demokrasiye karşı vesayetçi
pozisyonlar geliştirmeyi kökten reddetmek yeni dönemin gerekleridir.
Buna karşılık, kanunlar ve hukuk çerçevesinde faaliyet gösteren, silahı ve şiddeti
reddeden ve meşru siyasal zeminde hareket eden tüm partilerin demokratik sistemin
doğal bileşenleri olduğunun altı çizilmelidir. Demokratik siyasetin önündeki tüm
sınırlandırıcı unsurlar kaldırılırken; terörün ve vesayet odaklarının siyasete
müdahalesine hiçbir surette izin verilmeyecektir.
Bu demokratik dönüşüm sürecinin merkezi unsurlarından biri ifade ve örgütlenme
özgürlüğünün hukuk devleti ilkesi çerçevesinde güçlendirilmesidir. Şiddet çağrısı,
nefret söylemi ve terör propagandasıyla etkin mücadele sürdürülürken; hukuki
sınırlar içinde kalan her türlü eleştiri, itiraz ve talep demokratik yaşamın ayrılmaz bir
parçası olarak korunmalıdır. Medya, akademi, meslek örgütleri ve sivil toplumun bu
süreçte aktif rol alması hem toplumsal huzur ve güven ortamını güçlendirecek hem
de demokratik bilinç ve hak kültürünün yaygınlaşmasına katkı sunacaktır.
Bu çerçevede; siyasi kültürümüzün daha da demokratikleştirilmesi adına,
• Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu gibi kanuni çerçevelerin ele alınarak
yüksek standartlı demokrasi yolunda ilerlemeye devam edilecektir.
• Yasal düzenlemelerin mütemmim cüzü olarak idari-pratik uygulama ve
düzenlemelerin, hukuka ve demokratik norma daha uygun şekilde icra56
edilmesinin sağlanması ve bunların hukuk devleti çerçevesinde sistematik ve
kurumsal denetlenmesi sağlanacaktır.
• Terörün ortadan kalkmasıyla birlikte terör dolayısıyla alınan siyasi-hukuki-
idari tedbirlerin uygulanmasına gerek kalmayacaktır.
• Türkiye’de yönetim sisteminin şeffaflık, hesap verebilirlik ve iyi yönetişim
normlarına daha uygun hale getirilmesi, demokratik ve hukuki standardı daha
yüksek bir yapısal, idari, finansal ve organizasyonel yapının oluşturulmasına
dönük reform ve düzenlemelerin zemini oluşacaktır.
Sonuç itibarıyla fesih ve silahsızlanma sonrası dönem, Türkiye’yi yalnızca güvenlik
bakımından değil; toplumsal huzur ve güven, kurumsal yapılanma ve demokratik
temsil bakımından da yeni ve tarihsel bir eşiğe taşıyacaktır. Cumhuriyetin ikinci
yüzyılına girerken Türkiye, geçmişin vesayetçi mirasını tamamen geride bırakma ve
geleceğin özgürlükçü, katılımcı ve eşitlikçi siyasal düzenini inşa etme kapasitesine
sahiptir.
Bu yeni dönemin adı yalnızca bir vizyon değil; Türkiye’nin siyasal hedefi olarak
“Demokrasi, Hak ve Özgürlükler Yüzyılı”dır. Bu yüzyıl, Türkiye’nin huzur ve güvenini
kalıcı hale getirecek, bölgesel istikrarı güçlendirecek ve Cumhuriyetin ikinci yüzyılını
daha demokratik, daha eşitlikçi ve daha özgür bir geleceğe taşıyacaktır.57
XV. Sonuç
AK Parti hükümetleri iş başına geldiği günden bugüne hayal dahi edilemeyen
demokratikleşme adımları atmıştır. Partimiz devrim niteliğindeki demokratikleşme
hamlelerini yaparken teröre karşı mücadeleyi de en etkin bir şekilde yürütmüştür.
Bu bağlamda aynı zamanda sorunu çözmek için bireysel ve kolektif adımları atarak
vatandaşlarımızın temel hak ve hürriyetleri konusundaki taleplerini de yerine
getirmiştir.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımız liderliğinde farklı isimlerle ifade edilen
birçok çözüm girişiminde bulunulmuştur. Bugün de Türkiye Yüzyılı anlayışı
çerçevesinde Terörsüz Türkiye hedefi bir millet ve devlet politikası haline gelmiştir.
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın ifadesiyle, ‘Tarihin doğru tarafındayız.’
Türkiye terörle mücadeleyi büyük bir kararlılıkla sürdürmüştür. Böylece terörün
hedeflerine ulaşması engellenmiştir. Bu mücadelede en büyük fedakârlığı yapmış
olan şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnetle yad ediyoruz.
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi hedefinin esası Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin milli güvenlik değerlendirmesi ve kendi toplumsal ihtiyaçları
doğrultusunda aldığı egemenlik inisiyatifidir. Türkiye, terörle mücadelesinde bugüne
kadar olduğu gibi, bundan sonra da kararlarını kendi politikaları ve milletinin iradesi
doğrultusunda alacaktır. Bu vizyon milletimizin toplumsal hafızası ve
mutabakatından ve devletin köklü tecrübesinden beslenen bir politikadır.
Bu süreç asırlara sâri kardeşliğimizi hedef alan terör tehdidinin ortadan kaldırılması,
toplumsal huzuru güçlendirme ve terörün ürettiği güvenlik maliyetini kalıcı olarak yok
etme iradesinin kurumsallaşmış ifadesidir.
Terörün sona erdirilmesi yalnızca bir güvenlik hedefi değil, Türkiye’nin sosyal,
ekonomik, kültürel ve siyasal bütünlüğünün daha da tahkimi anlamına gelmektedir.58
Toplumsal hayatın olağan akışının, siyasal rekabetin sağlıklı zemininin, ekonomik
kalkınmanın sürdürülebilir planlamasının ve huzur ve güvenin daha da
güçlendirilmesi bu sürecin doğal sonucudur. Terörün tamamen geride bırakılması
ile birlikte, siyasal tartışmaların demokratik zeminde daha özgür ve daha nitelikli
biçimde yürütülmesi, ekonomik yatırımların uzun vadeli perspektifle planlanması ve
genç nesillerin geleceğe daha umutla bakabilmesi mümkün olacaktır.
Burada temel amaç, terörün tamamen tasfiyesi, silahın toplumsal ve siyasal alanda
araç olmaktan çıkarılması ve demokratik zeminin güçlendirilmesidir. Böylelikle,
şiddete dayalı yapılara değil, demokratik temsil ve hukuki meşruiyete dayalı
kurumlara alan açılmış olacaktır.
Önümüzdeki sürecin sağlıklı, denetlenebilir ve toplumsal güven üreten bir biçimde
ilerleyebilmesi için yol haritası açık ve aşamalı bir çerçeveye dayanmalıdır. Bu
çerçeve, bir yandan güvenlik ve hukuk alanında atılacak adımların sırasını ve
kapsamını belirlerken, diğer yandan siyasal, ekonomik ve toplumsal boyutların
birbirini tamamlayacak şekilde uyum içinde yürütülmesini sağlayacaktır. Böylece
süreç, önceden öngörülen ve kurumlar arası mutabakatla şekillenmiş bir plan
dahilinde ilerleyecektir.
Örgütün illegal ideolojik ve finansal yapılanmalarıyla birlikte yurt içinde ve yurt
dışındaki tüm şube, unsur ve uzantılarıyla silah bırakması ve kendini tasfiyesi
somut, ölçülebilir ve teyit edilebilir biçimde kayıt altına alınmalıdır. Bu tespit ve teyit,
sahadan gelen verilerin, kurumsal raporlamaların ve ulusal güvenlik
değerlendirmelerinin birlikte işlendiği bütüncül bir mekanizma ile yapılmalıdır.
Bu aşamanın tamamlanmasının ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından
hazırlanacak müstakil ve geçici kanun yürürlüğe konulmalıdır. Düzenleme hem
kapsam hem süre bakımından sınırlı hem de hukuki güvenlik ilkesine uygun
olmalıdır. Kanun hazırlık sürecinde, ilgili tüm kurumların görüşleri alınmalı; sahaya
ilişkin verileri, hukuki risk analizleri ve uygulamaya dönük öngörüleri dikkatle
değerlendirilmelidir. Böylece, Kanun teorik olarak tutarlı ve pratikte uygulanabilir bir
metin haline gelecektir.59
Kanunun uygulanmasına ilişkin ikincil mevzuat, yönetmelikler ve idari protokoller,
ilgili kurumların koordinasyonunu tesis edecek şekilde hazırlanmalıdır. Bu ikincil
düzenlemeler, Kanunun hangi kurum tarafından nasıl uygulanacağını, başvuruların
hangi usullerle değerlendirileceğini, denetim mekanizmalarının nasıl işleyeceğini ve
kurumlar arası veri paylaşımının hangi esaslara dayanacağını açık biçimde ortaya
koymalıdır. Böylece, uygulayıcıların tereddüt yaşamadan hareket edebileceği,
vatandaşların ise hangi durumda ne tür hak ve yükümlülüklere sahip olduğunu
önceden bilebileceği bir hukuki çerçeve oluşturulmuş olacaktır.
Bu adımların neticesinde oluşacak yeni iklimde, ülkedeki demokratik standartların
düzeyini daha da yükseltecek, alınacak sosyo-ekonomik tedbirler toplumsal güveni
artıracak, insan hakları perspektifini somut iyileştirmeler üzerinden muhkem kılacak,
toplumun hukuk devletine olan inancını pekiştirecek adım ve düzenlemeler
gelecektir. Beraberinde; bu yasal, yapısal reform ve adımların tamamlayıcı unsurları
olarak ilgili mevzuat değişiklikleri ve idari-pratik düzenlemeler sağlanacaktır. Terör
tehdidinden arınmış yüksek standartlı demokratik iklimi inşaya ve bunu kalıcı hale
getirmeye dönük perspektif, bu sürecin olmazsa olmaz kök zeminidir.
Sürecin her aşaması ilgili kurumlar tarafından denetlenmelidir. Böylece süreçteki
bütün gelişmeler şeffaf bir biçimde izlenebilecektir. Ayrıca bu birliktelik, süreç
içerisinde ortaya çıkan aksaklıkları, riskleri ve iyi uygulama örneklerini tespit ederek
politika yapıcıların önüne getirecek ve gerekli düzeltici adımların zamanında
atılmasını sağlayacaktır. Yol haritasının başarısı, sadece ilk adımların doğru
atılmasına değil, aynı zamanda bu adımların sürekli gözden geçirilmesine,
gerektiğinde güncellenmesine ve toplumsal beklentilerle uyum içinde tutulmasına
bağlı olacaktır.
Bu dönemin güvencesi, güçlü siyasal irade, kapsayıcı politikalar, kurumsal
koordinasyon, şeffaf süreç yönetimi ve toplumun ortak iradesidir. Böylece Terörsüz
Türkiye hedefi adım adım, sağlam bir hukuki düzenleme silsilesiyle ilerleyecek;
hukukun üstünlüğünü ve daha ileri demokratik standartları gözeten bir siyasal
olgunlukla sürdürülecektir. Bu yolda atılan her olumlu adım yeni adımları
kolaylaştıracaktır. Böylelikle, Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi hedefi,
günlük hayatın her alanında hissedilen somut bir kazanım haline gelecektir.60
“Bugüne kadar en büyük eserimiz Terörsüz Türkiye’yi inşallah çok sağlam bir temel
üzerinde yükselteceğiz. Bu eseri de bu ülkenin gençlerine emanet edeceğiz” diyen
Cumhurbaşkanımız ve Genel Başkanımızın “Bu süreç bir al-ver pazarlığı değildir; iç
cephenin güçlendirilmesi ve emperyalist emellerin boşa çıkarılması ile 86 milyonun
tamamının kazanacağı bir süreçtir…Türk ile Kürt, aralarında engel olmaksızın tekrar
muhabbetle kucaklaşacak; Malazgirt ruhu, Kudüs İttifakı, İstiklal Savaşı’nın nüvesi
yeniden şekillenecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, eskisinden çok daha güçlü
olacaktır” ifadeleri Partimizin bu konudaki duruşunu en net bir şekilde
açıklamaktadır.







