Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, “Bu sürecin sonunda Kürt meselesi bağlamında anayasal ve yapısal bir dönüşüm hedefleniyor mu?” sorusuna üç öneriyle cevap verdi: “Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır” şeklinde bir hüküm konabilir.” “Türkçe’den başka dillerin öğretimine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceğini içeren anayasal bir hüküm getirilebilir.” “Yerel meclisleri güçlendirecek bir yerel yönetimler reformu gündeme gelebilir.
Uçum’un Habertürk’ten Fevzi Çakır’a verdiği röportajın bir bölüm şöyle:
“Devlet, demokratik siyaseti güçlendirecek her zemini sonuna kadar destekler.” ifadenize istinaden soralım: Bu sürecin sonunda Kürt meselesi bağlamında anayasal ve yapısal bir dönüşüm hedefleniyor mu?
Önce Kürt meselesinin ne anlama geldiğini ortaya koyalım. Türkiye’de 1980’e kadar geçen Cumhuriyet tarihimiz boyunca Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşanan çeşitli olumsuz pratikler ile tarihî, kültürel, sosyolojik, ekonomik ve siyasi tartışmalar Türkiye demokrasi tarihinin gelişim sürecinde ve derin münakaşalarında hep önemli bir yere sahip oldu. “Doğu Sorunu” veya “Kürt Meselesi” gibi adlandırmalar bu süreçte zaman zaman öne çıktı.
Demokrasi tarihimizi askıya alan en kara dönemlerden 12 Eylül faşizmiyle birlikte devreye sokulan Kürtlerin reddi ve inkârı girişimleri ise bir “iç Kürt sorunu” tarifi yapılmasına neden oldu.
Ret ve inkâr politikalarının bitirildiği Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yönetimlerinde Kürtler; kimliklerinin tanınması, anadilleri önündeki yasakların kaldırılması, akademik ve kültürel haklar, bölgesel kalkınma, ekonomik refah ve sosyal adalet imkânlarına kavuştu. İçeride terörün bitme noktasına gelmesiyle de huzurlu bir ortam oluştu.
Elbette demokrasinin geliştirilip güçlendirilmesi ve yeni anayasa kapsamında her zaman değerlendirilecek konular olur.
Bu kapsamda;
• Türk vatandaşlığı tanımının bir hukuki bağ olarak anayasada çok daha vurgulu yapılması, “Etnik kimliğine ve dini aidiyetine bakılmaksızın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hukuken bağlı olan herkes Türk vatandaşıdır” şeklinde bir hüküm konulması söz konusu olabilir.
• Türkçe’nin devletin dili yani tek resmi dil olması, eğitim dili olması elbette tartışma konusu değildir. Bununla birlikte Türkçe’den başka dillerin öğretimine ilişkin usul ve esasların kanunla düzenleneceğini içeren anayasal bir hüküm getirilebilir.
• Üniter yapıyı destekleyecek, yerel meclisleri yerel bütçe taslakları ve denetim konusunda güçlendirecek; merkezin yerel icrada sorumluluğunu artıracak bir yerel yönetimler reformu gündeme gelebilir. Ancak bunlar artık tüm toplumun ortak konularıdır. Ayrılıkçı yaklaşımlarla değil, ortak politikalarla ele alınıp çözüme kavuşturulacaktır.
Son paylaşımlarınızda özel bir “Geçiş Süreci Kanunu” çıkarılması gerektiğini vurguladınız. Bu önerinizin hukuki ve siyasi gerekçeleri nelerdir?
Bu öneriyi kamuoyuna açıklarken gerekçelerimi ifade etmiştim. Kısaca tekrar etmek gerekirse şunları söyleyebilirim:
İlk olarak şunu tespit edelim: Rutin dışı bir geçiş sürecinden söz ediyoruz. TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, görevlerini kararlaştırırken kanun teklifleri konusunda bir hukuk politikası belirlemeyi de işleri arasına aldı. Hatta buna beşte üç çoğunlukla, yani nitelikli çoğunlukla karar vermeyi kabul etti. Dolayısıyla benim önerim, komisyonun görevleri arasında olan bir konuya ilişkindir.
İkincisi; rutin dışı geçiş döneminin hukuku, rutin yaklaşımlarla ele alınamaz. Rutin dışılığa ve geçiş sürecinin özelliklerine uygun bir yaklaşım gerekir.
Bugün örgütün kendini feshettiği ve silahların yakılmasıyla silah bırakma aşamasına geçilen bir durum var. Bu duruma uygun yeni bir düzenleme yapılması, rutin dışı geçiş dönemine uygun düşer. Bu düzenlemenin ayrı ve özel bir “geçiş süreci kanunu” olarak çıkarılması doğru bir yöntem olur.
Bu düzenlemenin tek, geçici ve özel bir kanun olması gerekir. Kanunun içeriğinde, terörün kayıtsız, şartsız ve pazarlıksız sona erdirilmesi özgünlüğü temel alınmalıdır. Kanun; geçişte ihtiyaç duyulan toplumsal ve ekonomik hayata katılım ve entegrasyon hukuku, ceza ve infaz hukuku ile sosyal hukuk konularını kapsamalıdır. Elbette olabildiğince geniş veya yeterli toplumsal ve siyasal mutabakatla bu kanunun çıkması son derece önemlidir.
Tabii bu kanun, Anayasa’ya aykırı yorumlanacak hiçbir hüküm içermemelidir. Ayrıca kanun içeriği düzenlenirken Devlet, Ülke ve Millet hassasiyetlerine ve kırmızı çizgilere uygunluk temel kriter olmalıdır.
Geçiş sürecinde genel talepler ve haklar değil, kapsamdaki kişiler için geçişi sağlayacak teknik ve pratik hukuki koşullar ele alınır. Özel kanunun içeriği de bu yaklaşımla belirlenmelidir.”