İlhami Işık’tan ‘süreç’ yazısı: Neden bu defa gerçekten başarabiliriz?

featured

Batmanlı Gazeteci ve geride kalan Çözüm Sürecinde arabuluculuk da yapan ‘Balıkçı’ lakablı İlhami Işık, perspektif’te “Neden Bu Defa Gerçekten Başarabiliriz?” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

İŞTE O YAZI:

İlhami Işık’tan ‘süreç’ yazısı: Neden bu defa gerçekten başarabiliriz?

Bu sürecin 1993 yılından sonra başlayan bütün süreçlerden farkı ve keskin ayrılığı sadece PKK’nin silahsızlandırılmasıyla ilgili değil. Elbette PKK’nin silahsızlandırılması ve Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkması çok önemli ve bugünlerde olması beklenen kongre ile de bu sağlanmış olacak. Ancak en kıymetli yanı, ilk defa Türklerin ve Kürtlerin bölgesel anlamda da kalıcı bir birlikteliğinin önünü açacak bir sürece girmiş olması.

Zamanın böylesi süreçler için yakaladığı, heybesine umudunu ve hayallerini yüklediği barış adamı Sırrı Süreyya Önder’in vefatıyla bu ülke, sadece güzel bir insanı kaybetmenin acısını yaşamadı, aynı zamanda Çözüm Süreci’nde hissettiğimiz toplumsal destek boşluğunu da doldurdu ve sürecin toplumsallaşmasını sağladı.

 

Nasıl ki Tunus’ta bir mühendis kendini yakarak yokluğuyla bütün Arap coğrafyasında bir başkaldırıya neden oldu; yani farklı inançlardan, farklı mezheplerden, farklı ulus ve etnik yapılardan oluşan bir ayaklanmayı ortak duygulara dönüştürdü, Sırrı Süreyya Önder de yokluğuyla birbirinden farklı sosyal yapıları bir duyguda birleştirdi.

 

Bu, her zaman görebileceğimiz bir şey değildir. Bu, aynı zamanda barış uğruna kendini feda eden bir insana saygı göstermenin bir ödevidir de. Bu vesileyle geçmiş çözüm süreçleri ile bugün içinde bulunduğumuz çözüm süreçleri arasındaki farklar ve neden bugün başarmamız gerektiği konusunda bir şeyler söylemek istiyorum.

 

Bizde Kürt meselesine bir çözüm bulma arayışı, tıpkı dünyada olduğu gibi Soğuk Savaş’ın bitmesiyle başladı. Soğuk Savaş’ın ardından uzun yıllardır devam eden İngiltere-IRA (İrlanda Cumhuriyet Ordusu) çatışması, Güney Afrika ve ETA (Bask Yurdu ve Özgürlük) sorunları bir çözüm yoluna sokuldu. Katolik dünyasının IRA’ya, Fransa’nın ETA’ya, Batı dünyasının da Güney Afrika ırkçı yönetimine desteğini çekmesiyle taraflar barış yapmak mecburiyetinde kaldılar. Bizde de aynı dönemde, 1993’te Turgut Özal bir girişimde bulundu ama ne yazık ki bölgemizde hiçbir gücün terörün bitmesini istememesi ve ülkeyi esas anlamda yöneten askerler bu işi sadece silahla çözeceklerine inandıkları için süreç başarıya ulaşamadı.

 

PKK’nin 1999’da kendini feshetmesi bile askerler açısından bir anlam ifade etmedi ve bu durum Irak’ın ABD tarafından işgaliyle yeni bir evreye girdi. PKK, daha evvel sadece Türkiye’de örgütlüyken sırası ile Suriye, İran ve Irak’ta da partileşti. Artık Türkiye’nin bir iç sorunu olmaktan çıkıp bölgesel sorun haline dönüştü. 2006’dan başlayarak Oslo Süreci, Habur denemesi ve İmralı görüşmelerine rağmen çözüm yolu bir türlü bulunamadı.

 

Ta ki 2012 Haziran ve Temmuz aylarında Suriye’de Rojava bölgesi PKK’nin eline geçinceye kadar.

 

Arap Baharı

 

2010 yılında başlayan Arap Baharı bütün coğrafyayı sararken iki stratejik ülkenin bundan etkilenmemesi mümkün değildi. “Onsuz savaş olmaz” denilen Mısır ve “Onsuz barış olmaz” denilen Suriye’nin de isyanlardan etkilenmesiyle Mısır’da iktidar değişti, sonra darbe ile başka bir iktidar işbaşına geçti.

 

Suriye’de ise bu çok çok kanlı bir iç savaşa dönüştü. Ayaklanmayı kanlı bir şekilde bastırmaya çalışan Esad, Türkiye’nin Kürtlerle birlik olmaması için Rojava’ya sesiz kaldı. Şam’ın bu politikasının etkilerinin Türkiye’ye sıçramasından duyulan endişe, 2013’teki barış sürecinin başlamasını sağladı.

 

Ama geç kalınmıştı. Siyasi irade Arap Baharı’ndaki kırılmayı geç okumuş ve PKK, kurulduğu günden beri ilk defa büyük bir toprak parçasını yönetmeye başlamıştı. Batı dünyası, Arap Baharı’na olan desteğini çekmekle kalmamış, Sünni tehlikeyi bir numaralı gündem maddesi haline getirmiş ve 2013 yılı Nisan ayı itibarıyla da IŞİD tehlikesi nedeniyle Şii koridorunun önünü açmıştı. Yani Batı açısından Türkiye’deki barış sürecinin bir albenisi yoktu. Bir diğer kadim devlet olan İran da barış sürecini kendi güvenliği açısından bir tehlike olarak görüyordu. Suriye’de Esad’ın kalması için bütün gücünü seferber eden, bunun için Hizbullah’ı bile Suriye’ye sokan bir İran açısından, Kürtler ile Türklerin birlikteliği demek Esad’ın gitmesi demekti. Sürecin başarılı olmaması için Kasım Süleymani her yol ve yöntemi denedi.

 

Öte yandan her ne kadar barış sürecine toplumsal destek yüzde 70’lerdeyse de, siyasetten çok az destek geliyordu. Başta Devlet Bahçeli olmak üzere, Türkiye’nin milliyetçi partileri ve kesimleri bu sürece “ölümüne” karşıydılar. CHP, sürekli bahaneler üreten bir pozisyonda duruyordu. Devletin güvenlik bürokrasi içinde güçlü pozisyonda olan “cemaat” yapılanması ise bu sürecin başarılı olması durumunda devleti ele geçirme projelerinin çökeceğini anlayarak süreci sürekli sabote ediyordu.

 

Hâl böyleyken, PKK bu süreçten doğabilecek kazanımı Rojava’daki kazanım ile tarttı ve tercihini Rojava’dan yana yaptı. Böylece barış sürecinin kazanımı örgüt açısından anlam ifade etmeyen bir sürece dönüştü.

 

Uluslararası güçlerin ilgisizliği, bölgesel güçlerin sürecin karşısında olması ve Türkiye’nin iç dengelerinin bu süreci götürme kapasitesine sahip olmaması nedeniyle, büyük umut ve heyecanla başlayan 2013 barış süreci, hendek olayları ile onlarca şehir ve yerleşimin yerle bir edilmesi, yüzlerce insanın öldürülmesi ve yüzbinlerce insanın göç etmesiyle son buldu.

 

7 Ekim ve devamında yaşananların bölgenin siyasi haritasını değiştirebilme potansiyeli, yani tıpkı 2013 Çözüm Süreci’nde olduğu gibi dıştan gelen bir tehlikeyi içeride kırılmalar yaratmadan göğüsleme kaygı ve endişesiyle 1 Ekim 2024 tarihinde Bahçeli’nin start vermesi sonucu yeni bir sürece girdik. Bu sürecin başarılı olması için hem uluslararası güçlerin desteği var hem bölgesel güçlerin bir freni yok hem de Türkiye siyasi dengeleri buna çok daha müsait. Geçen sürecin yaratmış olduğu travma nedeniyle eksilen toplumsal destek, Sırrı Süreyya Önder’in hem varlığı hem de yokluğu ile toplumsallaşmaya yüz tuttuğundan, bir sürecin barometreleri tümüyle oluşmuş durumda.

 

Suriye’de Esad’ın devrilmesi, uluslararası alanda “terör örgütü” olarak görünen HTŞ’nin ve “terör örgütü lideri” olarak lanse edilen Colani’nin yönetime gelmesi, Türkiye açısından Kürt sorununun çözümü konusunda hem zorluk hem de kolaylığı beraberinde getirdi. SDG için yıllardır söylenen “terör örgütüdür” savı artık çok da alıcı bulmuyor. Kürtlerin Suriye’de elde ettiği kazanımlar artık yadsınamayacak bir boyuta geldi ve sahici ve kalıcı bir Türk-Kürt ittifakı da albenisi olan bir realiteye dönüştü.

 

Bu sürecin 1993 yılından sonra başlayan bütün süreçlerden farkı ve keskin ayrılığı sadece PKK’nin silahsızlandırılmasıyla ilgili değil. Elbette PKK’nin silahsızlandırılması ve Türkiye için bir tehdit olmaktan çıkması çok ama çok önemli ve bugünlerde olması beklenen kongre ile de bu sağlanmış olacak. Ancak en kıymetli yanı, ilk defa Türklerin ve Kürtlerin bölgesel anlamda da kalıcı bir birlikteliğinin önünü açacak bir sürece girmiş olması. Dün için hayal, bugün için vazgeçilmez olan bir birlikteliğin adresi oluyor bu süreç. Bundan ötürü bu sefer başarmalıyız.

 

Önümüzde ne uluslararası ne de bölgesel bir engel var. İçteki siyasi denge de hiç olmadığı kadar müsait.

 

Sadece bizim irademiz var ve bu irade kendimize engel olmamalı.

 

Tarihsel bir döneme girmek adına irademizi kalıcı bir barışa yatırmalıyız.

 

 

 

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Giriş Yap

Batman Burada ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

NOT: ✅ Oturumu açık tut kısmını aktif hale getirin.

Uygulamamızı İndir ve Yorum Yap 🌟