Loading...
tr usd
USD
-0.02%
Amerikan Doları
42,23 TRY
tr euro
EURO
0.31%
Euro
49,00 TRY
tr gbp
GBP
0.01%
İngiliz Sterlini
55,68 TRY
bist-100
BIST
-1.97%
Bist 100
10.576,45 TRY
usd gau
Petrol
1.59%
Brent Petrol
65,08 USD
gau
GR. ALTIN
-0.03%
Gram Altın
5.581,19 TRY
tr btc
BTC
-2.35%
Bitcoin
4.364.067,21 TRY

“Kürtler hâlâ Şara’ya güvenmiyor…”

featured

Bölgeye gelmeden önce bir uzman durumu şöyle açıklamıştı: “Suriye’yi bir apartman olarak düşün,” demişti. “Duvarların sahibi Rusya, çatının sahibi Amerika, anahtarların sahibi Türkiye. Diğer herkes içeride kiracı.”

İngiliz yazar, gazeteci ve savaş muhabiri David Patrikarakos, Suriye’nin geleceğine ilişkin kaleme aldığı  analizinde, ülkenin kaderinin yalnızca Şam yönetiminin değil, özellikle kuzeydoğudaki(Rojava) Kürtlerin elinde şekilleneceğini yazdı. Daily Mail’in özel muhabiri ve UnHerd çevrimiçi dergisinin dış muhabiri olan Patrikarakos, UnHerd’de yayımlanan makalesinde, eski cihatçı lider Ahmed el-Şara’nın iktidarındaki Şam ile Rojava arasındaki kırılgan ilişkilere dikkat çekerek, “Suriye’nin bir arada kalıp kalamayacağı Kürtlerle kurulacak diyaloğa bağlı” değerlendirmesinde bulundu.

"Kürtler hâlâ Şara’ya güvenmiyor..."

David Patrikarakos’un, UnHerd’de yayımlanan yazısı şöyle:

Çok da uzun zaman önce değil, ABD başkanları cihatçıların öldürülmesi emrini Beyaz Saray’dan verirdi. Bugünse, bu insanlar Washington’a sohbet için davet ediliyor. Ahmed el-Şara’nın dün Donald Trump’la yaptığı görüşme, eski El Kaide lideri için olağanüstü bir yılın doruk noktasıydı: teröristten devlet adamına dönüşümünün tamamlandığı görülüyor. Ve ummalıyız ki bu değişim samimidir. Çünkü Suriye iç savaşının ardından, Amerikalılar — ve dünya — Şara’nın bu kırılgan ülkeyi bir arada tutup tutamayacağını bilmek zorunda.

Şimdilik, doğru şeyleri söylüyor ve görünüşe göre pragmatik bir şekilde yönetmeye çalışıyor. Ancak gerçekte Suriye’nin geleceği yalnızca onun — ve diğer Sünnilerin — elinde değil. Ülkenin kaderine azınlıklar da karar verecek ve bunların arasında en büyük ve en güçlü olanı Kürtler. Nihayetinde, Şam dışında sahaya disiplinli bir ordu sürebilen tek güç onlardır: IŞİD’i yok etmek için Amerika ile ittifak içinde kurulan Demokratik Suriye Güçleri (DSG). Daha da önemlisi, ülkenin petrol ve gaz rezervlerinin yaklaşık %70’ini kontrol ediyorlar.

Bu askerî ve ekonomik karışım, Şara’nın Suriye’yi yaşanabilir bir devlet olarak ayakta tutmak istiyorsa Kürt azınlıkla uzlaşmak zorunda olmasının nedenini açıklar. Savaşın ve yerinden edilmenin kaosu içinde bile nüfusun yaklaşık onda birini oluşturan bu toplulukla birlikte, Hristiyanlar, Aleviler ve Dürziler gibi başka azınlıkların da olduğu bir Suriye, Şara’nın bir zamanlar arzuladığı Sünni Halifelik olamaz.

Yine de birçok Kürt temkinli. Suriye Kürt bölgesinin — halk arasında Rojava diye anılan — başkenti Kamışlo’daki kafelerde insanlar “Şara’nın sakalı kısalmış olabilir ama duaları aynı” diye şakalaşıyor. Suriye’nin işlemesini istiyorlar. Buna ihtiyaçları var. Fakat bu kara mizahın ardında gerçek bir korku yatıyor: cihatla tanımlanmış bir adamın, Suriye’yi bir arada tutacak çoğulcu bir devlet inşa edemeyeceği korkusu.

Bu gerilimi en iyi anlayan kişi Aldar Halil. Resmî olarak Rojava’daki Demokratik Toplum Hareketi’nin (TEV-DEM) Yürütme Komitesi üyesi. Suriye’nin bir arada kalıp kalamayacağı, büyük ölçüde onun ve çevresindeki birkaç kişinin alacağı kararlara bağlı.

Halil’le görüşmek için Kamışlıo’dan ayrılıp solgun bir bozkırın içinden Haseke’ye gidiyorum. Kontrol noktalarında solmuş üniformalar giymiş Kürt savaşçılar bizi el sallayarak geçiriyor. Şehre giriyoruz, yemek yiyoruz. Gece çöküyor, haber bekliyoruz. Zamanı geldi: “Siyah arabayı takip edin,” diyorlar. Bir belediye binasına benzer bir yere varıyoruz. Duvarda, 1999’dan beri bir Türk hapishanesinde olan PKK kurucusu Abdullah Öcalan’ın fotoğrafı asılı. Bu fotoğrafı Rojava’nın her yerinde görmek mümkün. Duvarları Kürt halılarıyla kaplı geniş bir odaya oturuyoruz. Kahve ve su şişeleri önümüzde.

Halil güvenlik ekibiyle içeri giriyor. Bej pantolon, kareli bir gömlek giymiş. Sol elinin olmadığını fark ediyorum. Nedenini soruyorum ama kimse tam bilmiyor. Rehberlerimden biri bunun bir el bombasıyla ilgili olabileceğini söylüyor ama emin değil.

Halil’in tavrı nazik, kontrollü; sesi neredeyse yumuşak. “Suriye halkı devrime demokratik bir sistem umuduyla başladı,” diyor. “Ama rejim çöktükten sonra gelen, bunun tam tersiydi: bizi 1.400 yıl geriye götürmek isteyen bir yönetim.” Şara’yı kastediyor. “Bu, çok dar görüşlü bir insan,” diye devam ediyor. “Böyle birinden değişim bekleyemezsiniz. Belki adını, şehrini değiştirir, belki medyaya farklı konuşur — ama inançları aynı kalır.”

Peki Kürtler böyle biriyle anlaşabilir mi? “Biz Suriyeliyiz,” diyor Halil. “Ya Suriye’den ayrılırız — ki böyle bir planımız yok — ya da Şam’daki her kim olursa onunla çalışmak zorundayız. Görüşmek zorundayız.” Bu yılın başlarında sahil kesimindeki Alevilerle ve Süveyda’daki Dürzilerle yaşanan ve kısa süreli mezhep çatışmalarını yeniden alevlendiren çatışmalar hakkında ne düşünüyor? “Elbette hükümeti suçluyoruz,” diyor.

Halil’in vizyonu basit: her topluluğun kendini yönettiği, gevşek federal bağlarla birleşmiş adem-i merkeziyetçi bir Suriye. Bu başarısız olursa ülkenin, yalnızca Rojava’da değil “Suriye’nin her yerinde” yeniden iç savaşa sürükleneceğini söylüyor. Fakat Rojava’nın geleceğini tehdit eden tek şey Şam değil. Sonuçta, Şara’nın geçen yıl Esad’ı devirmesini silahlandıran ve finanse eden Türkiye’ydi ve şimdi Şam üzerinde hatırı sayılır bir etkisi var. Bu, Rojava için büyük bir sorun teşkil ediyor; çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kürt güçlerini yalnızca PKK’nin Suriye uzantısı olarak görüyor — ki Türkiye PKK’yi, kendi güneydoğusunda on binlerce ölüme neden olan bir terör örgütü sayıyor.

“Son zamanlarda Şam hükümetiyle birkaç kez görüştük,” diyor Halil. “Ama ne yazık ki her görüşmeden sonra Şam, entegrasyon üzerine komiteler kurulacağına söz veriyor ve hemen ardından Türkiye süreci baltalıyor. Şu anda iki heyetimiz ne olacağını bekliyor, çünkü Türkiye müzakereleri sürekli engelliyor.”

Halil’den ayrılıp geceye adım atıyorum. Trafik yoğun. Beton minareler karanlıkta yükseliyor. Ertesi sabah yine yoldayım. Güneş yükseliyor, her şeyi altın ve beyaza boyuyor. Kamışlı havaalanının yakınlarından geçerken sağımda ufku yaran Türk sınırı uzanıyor. Her birkaç kilometrede bir gözetleme kulesi var. Solumda bir Rus bayrağı zırhlı bir binanın üzerinde cansızca dalgalanıyor.

Bu, buradaki yabancıların kalıcı rolünün fiziksel bir hatırlatıcısı. Bölgeye gelmeden önce bir uzman durumu şöyle açıklamıştı: “Suriye’yi bir apartman olarak düşün,” demişti. “Duvarların sahibi Rusya, çatının sahibi Amerika, anahtarların sahibi Türkiye. Diğer herkes içeride kiracı.”

Abartmıştı belki ama şimdi ne demek istediğini anlıyorum. Rojava’nın her yerinde bu dengesizliğin işaretleri var: Rus askerleri Kürt tezgâhlardan ekmek alıyor; Amerikalı mühendisler sulama pompalarını onarıyor; Türk insansız hava araçları ara sıra saldırılar düzenliyor. Bu, bölgenin ne kadar kritik olduğunu hatırlatıyor: Moskova, Akdeniz’deki limanını korumak için hâlâ Şam’a ihtiyaç duyuyor; İran, yeniden denize ulaşacak bir koridor istiyor; ABD ise yorgun ve isteksiz bir biçimde yalnızca IŞİD kalıntılarını kontrol altında tutmak için kalıyor.

Kürtler açısından bunun ne anlama geldiğini anlamak için Rojava Özerk Yönetimi Yürütme Konseyi eşbaşkanı Foza Yusuf’la buluşuyorum. Sakin, neşeli biri; Şam’la görüşen heyetin başında yer alıyor, yani Kürtler adına Suriye’nin kaderi üzerine pazarlık eden kadın o. Halil gibi o da Şam’la doğrudan müzakerenin önemini vurguluyor. “Baştan beri tek yolun barış, diyalog ve müzakere olduğuna inandık,” diyor. “Şam’la doğrudan konuşmalıyız — başka yol yok.”

Bu, konumunun hem sınırlarını hem de olasılıklarını bilen bir müzakerecinin dili. “Yeterince savaş yaptık,” diye devam ediyor siyah çayından bir yudum alarak. “Artık çocuklarımızın yaşayabileceği bir ülkeye ihtiyacımız var.” Yine de — tıpkı Halil gibi — Şara’nın niyetlerinden kuşkulu. “Politikaları antidemokratik,” diyor. “Hâlâ başkalarını tanımıyorlar. Ama biz çalışmaya devam ediyoruz.”

“Çalışıyoruz” derken kastettiği şey hem Kürtler hem de Şam için kritik: DSG’nin ulusal orduya yavaş yavaş entegre edilmesi. Etkili bir devletin koşulu, şiddet tekelini elinde tutmasıdır; bu da tek bir orduya sahip olmakla mümkündür. Kürtler bunu kabul ediyor ama kendi şartlarıyla. “Şam’la anlaştık: Suriye ordusuna bireysel olarak değil, tugaylar halinde katılacağız,” diyor. “SDG, ulusal orduda üç tugay olarak kalacak ve burada konuşlanacak.”

DSG Rojava’ya belli ölçüde bir koz sağlıyor. Gücün yaklaşık 70.000 savaşçısı var; çoğu yıllarca IŞİD’le savaşmış tecrübeli askerler. Hafif piyade ve karşı isyan taktiklerinde disiplinliler, fakat ağır zırh, hava savunması ve topçu desteğinden yoksunlar. Açık arazide, Şam ordusu ya da Rus hava gücü karşısında dayanamazlar. Ancak kendi topraklarında — kuzeydoğunun düzlüklerinde ve kasabalarında — gerilla savaşı ve yerel desteğin yardımıyla her işgal gücünü kanatabilirler.

Bu, zeki bir uzlaşma biçimi: görünürde birlik, ama teslimiyet olmadan. Yusuf da “adem-i merkeziyetçi” bir Suriye vizyonundan söz ediyor. Ancak Şam’daki birçok kişi için federalizm, ayrılığın ilk adımı gibi görülüyor. Bu yüzden iyimserlik pratiğe dökülünce zayıflıyor. Retorik düzeydeyse Şara, birleşik bir Suriye konusunda net. 25 Şubat’ta Şam’daki Suriye Ulusal Diyalog Konferansı’nın açılış konuşmasında “Ulusal birliği ve sivil barışı olabildiğince korumalıyız,” dedi.

Ve eğer Türkiye destekli bir Şara, Yusuf için bir endişe kaynağıysa, Suriye üzerinde başka bir dış güç daha karanlık gölgeler bırakıyor: İsrail. İsrail savaş uçakları uzun süredir Suriye semalarında, Şam’dan Deyrezzor’a kadar, bazen Kürtlerin kontrol ettiği petrol sahalarına yakın bölgelerdeki silah depolarını vuruyor. Zayıf ve bölünmüş bir Suriye, İsrail’in güvenliği için elverişli. İran’ın Hizbullah’a uzanan kara köprüsü Esad’ın devrilmesiyle çöktü; İsrail şimdi İran milislerinin yeni Suriye devletine sızmasını engellemek istiyor.

Ancak İsrail ile Kürtlerin pek çok ortak noktası var. Her ikisi de çoğunluğu Sünni Arap olan Orta Doğu’da dışlanmış topluluklar; hayatta kalmaları tetikte olmalarına bağlı. Geçmişte iş birliği yaptılar ve burada birçok Kürt için İsrail, ulaşılmak istenen kaslı bir bağımsızlık modelini temsil ediyor.

Yine de Kürtlerin sessizce hayranlık duyduğu İsrail modeli — küçük, kuşatılmış ama kurumlarını, istihbarat ağlarını ve caydırıcılığını inşa ederek ayakta kalmış bir devlet — hem ilham hem yanılsama içeriyor. İsrail’in gücü tutarlı bir liderlikten, dış destekten ve ortak bir ulusal anlatıdan kaynaklandı. Kürtlerse hâlâ rakip partiler ve yabancı hamiler arasında bölünmüş durumda. İsrail’in uyanıklığını taklit etmek bir şeydir; Arap Suriye’nin ortasında onun kale devletini yeniden yaratmak ise bambaşka bir şey.

İsrail’in vekili olarak görülmenin başka tehlikeleri de var. Güney Suriye’nin Dürzileri bunu bizzat öğrendi; Tel Aviv’le bağları olduğu yönündeki algı, onları hem yabancı cihatçıların hem de Şam rejiminin hedefi hâline getirdi. Kürtler için İsrail’le açık bir ittifak, Ankara, Tahran ve Şam’ı onlara karşı birleştirebilir — ki bu üçlüyle aynı anda savaşmak imkânsız olur. Hayatta kalmaları her zamanki gibi, güçler arasında denge kurmaya, hiçbirinin piyonu olmamaya bağlı.

Ve eğer Suriye’nin geleceği Rojava’ya bağlıysa — ki olası bir ayrılık ülke ekonomisini çökertir ve iç savaşın etnik katliamlarını yeniden alevlendirebilir — bütün bölgenin kaderi de ona bağlı. Rojava çökerse Lübnan’daki mezhepsel ateşkes dağılabilir; Irak’taki Kürt-Arap dengesi bozulabilir; Türkiye yeniden bir isyanla karşı karşıya kalabilir; İran milislerini batıya doğru daha da itebilir. Eğer Suriye’nin kaderi hâlâ yabancı güçlere bağlıysa, o zaman bu yabancı güçler de Suriye’ye bağlı demektir — ister Beyaz Saray’da, isterse çok daha yakınlarda.

Giriş Yap

Batman Burada ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

NOT: ✅ Oturumu açık tut kısmını aktif hale getirin.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

Uygulamamızı İndir ve Yorum Yap 🌟