Rawest Araştırma Direktörü Roj Esir Girasun, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu toplantısında yaptıkları araştırmaların sonuçlarını sundu. Girasun, toplumun yüzde 70’e yakınının sürece destek verdiğini ancak başarıya olan güvenin yüzde 40-45 bandında kaldığını söyledi. Bu güvensizliğin temel nedenlerinden birini, Kürtlerin üçte ikisinin beklediği ilk adım olan “Demirtaş’ın serbest bırakılması” ve “kayyum uygulamalarının sona ermesi” taleplerinin karşılanmaması olarak açıkladı.
Rawest Araştırma Direktörü Girasun, Rawest’in 2018 yılında Diyarbakır’da kurulan bir araştırma merkezi olduğunu belirterek, “Biz Rawest olarak Kürtlerin sadece siyasi eğilimlerini ölçmüyoruz sosyal, kültürel, ekonomik, dini eğilimlerini de araştırmalarımızla ölçüyoruz. Yıllardır bütün bu araştırmalarda sorunun çözümüne olan ihtiyacı ölçümledik. Bugün bunun hayata geçmesinden memnuniyet duyuyorum” dedi.
Yaptıkları araştırmalarla ilgili bilgi aktaran Girasun, “Araştırmalarımızda gördüğümüz en net sonuç şuydu: Kürtlerin sosyolojik değişimi kaçınılmaz olarak bir çözümü dayatıyor. Yani bugün içinde olduğumuz sürece sadece devlet ve örgüt arasındaki müzakereler olarak bakmamak gerekir. Geldiğimiz bu tarihi aşama, Kürtlerin sosyolojik değişiminin, bölgesel gelişmelerle birlikte doğal sonucudur. Esas olarak çözümü bu sosyal değişim dayatıyor” dedi.
‘KÜRTLER HEM TÜRKİYELEŞİYOR HEM DE KÜRTLÜK BİLİNCİ ARTIYOR’
Yaşanan sosyolojik değişimi anlatan Girasun, şunları söyledi:
“Kürtlerde ciddi bir sosyo-demografik dönüşüm gözlemleniyor. Kürt nüfusun yaklaşık 3’te 1’i artık Türkiye’nin batısında yaşıyor. Ve yine kahir ekseriyetinin geriye dönüş niyeti de bulunmuyor. Türkiye’nin genel trendiyle uyumlu şekilde Kürtlerde kırsalda yaşam azalmış, kentleşme hızlanmıştır. Gençlerdeki eğitim düzeyi Türkiye’nin ortalamasına yakınlaştı. Kürt sosyolojisi artık yerleşik, şehirli, daha eğitimli ve Türkiye ile daha entegre ama bununla beraber bölgesel düzeyde sosyo-ekonomik gelişmişlik endeksinde bölge illeri en büyük eşitsizliği yaşıyor. Araştırmalarımızla bulduğumuz en güçlü ve ilginç veri ise şu: Kürtler hem Türkiyeleşiyor hem de Kürtlük bilinci artıyor. Bu ilk başta paradoks gibi görünse de aslında bu bir sentez. Yani Kürtler daha fazla kendilerini Türkiye’nin bir parçası olarak görüyorlar ama Kürt kimliği kültürü ve dili üzerinden Kürtlüğe de sahip çıkıyorlar. Kürtler Türkiye’de Kürt kimliklerini koruyarak var olmayı talep ediyor. Türk ve Türkiyelilik tartışması bile bir ayrışma talebinin sonucu değildir. Aksine Kürtler Türkiye’nin kimliğinin bir parçası olmaya itiraz etmiyorlar. Bu Türkiye için negatif değil, pozitif bir çabadır.”
Bütün bu sosyal değişim ve dönüşüm sürecinin Kürtlerin silahlı mücadeleye bakışını da değiştirdiğini vurgulayan Girasun, süreç başlamadan önce yaptıkları araştırmalarda, Kürtlerin yüzde 65’inin silahla hak aranmasına kategorik olarak karşı olduğun görüldüğünü kaydetti. Geriye kalan yüzde 35’ten yüzde 20’lik kesimin kaygılı ve tereddütlü olduğunu, yüzde 15’lik kesimin silahla hak aramaya onay verdiğini aktardı.
‘KÜRT TOPLUMU, SİYASİ YOLLA HAK ARAMAYA DESTEK VERMEYE BAŞLADI’
“Bu oran, 1990’lardan bugüne kadar yaşanan büyük bir değişimi gösteriyor” diyen Girasun, “Bu noktada bizim araştırmalarımız gençlerin daha radikal olduğu, çözüm için son neslin bu nesil olduğu gibi saptamaları da desteklenmiyor. Gençler de radikal çözümlere ve silahlı hak arama yöntemlerine uzak. Bu değişimle paralel olarak Kürt toplumu siyasete daha fazla güvenmeye ve siyasi yollarla hak aramaya destek vermeye başladı. Bu da Kürt meselesi eksenli kurulan siyasi partilerinin güçlenmesine ve artık baraj sorununu aşmasına vesile oldu. Uzun zamandır tam da bu sebeplerle silah, Kürtlerin hayatında arkaik ve anakronik bir meseleye yani tarihin gerisine düşen bir konuya dönüştü. Ama aynı zamanda bu sosyal değişime cevap üretemeyen devletin mevcut anayasal ve yasal çerçevesi de anakronik hale geldi” ifadelerini kullandı.
‘TOPLUMUN YÜZDE 70’E YAKINI SÜRECE DESTEK VERİYOR’
Araştırmanın sonuçlarını, “Ortada bir sosyal değişim ve bunun dayattığı bir çözüm var. Siyaset bu sosyal değişime uyum sağlamalı, önünü açmalı, kendini ve devleti dönüştürmeli. Bu sosyolojik fırsat bir siyasal kazanca tahvil edilmelidir. Unutmamak gerekir ki çözüm sadece geçmişin acı tecrübelerine değil, birlikte bir gelecek kurma beklentisine de dayanıyor” şeklinde özetleyen Girasun, şöyle devam etti:
“Hem bizim hem de başka kurumların yaptığı araştırmalarda toplumun sürece verdiği desteğin yüzde 70’lere yaklaştığını görüyoruz. Bununla beraber, sürecin başarılı şekilde yürütüldüğünü düşünenlerin ve sürecin başarıyla sonuçlanacağına inananların oranı yüzde 40 – 45 bandında seyrediyor. Bu da sürece olan destek ile duyulan güven arasındaki makası gösteriyor. Kürtler başta olmak üzere toplumun geneli sürece sessiz fakat güçlü bir onay veriyor. Ama herkeste çok taraflı bir güvensizlik var. Kürt kamuoyunun önemli bir kısmı hükümetin adım atacağına, Türklerin çoğunluğu güvenmiyor, inanmıyor; PKK’nin gerçekten silah bırakacağına güvenmiyor.
Öte yandan muhalif Türk kamuoyu ise bu sürecin bir seçim yatırımı olduğunu düşünüyor ve bir demokratikleşme sağlayacağına inanmıyor. Ama ilginç biçimde bu güvensizlik yaygın bir süreç karşıtlığına da dönüşmüyor. Aslında bu sessiz onay sürece açılmış bir kredi olarak okunabilir.
‘KÜRTLERİN 3’TE 2’Sİ DEMİRTAŞ’IN SERBEST BIRAKILMASINI BEKLİYOR’
Bu güvensizlikler atılacak somut adımlarla giderildikçe bu sessiz onay sesli bir onaya dönüşebilir. Veyahut adımlar gecikir söylemler tehdit diline evrilirse toplumun verdiği kredi hızlıca tükenmeye başlayabilir güvensizlik derinleşebilir. Peki güveni artıracak adımlar neler olabilir? Araştırmalarımız bize Kürtler açısından devletin somut adımının resmini çiziyor: ‘Demirtaş’ın serbest kalması, kayyum uygulamalarının bırakılması, kayyumların geri alınması.’ Bu iki adımın pratik ve kolay olması, doğrudan devletin inisiyatifinde olması bu beklentileri artırıyor.
Araştırmalara göre Kürtlerin 3’te 2’isinin süreçten beklediği ilk adım Demirtaş’ın serbest bırakılması.
Demirtaş ve arkadaşlarının bu süreçte dışarıda olmasının sadece sembolik bir anlamı olmayacak, sürece dışarıda sunacakları nitelikli katkı açısından da bu adım önemli. Bu süreci Kürtler ve Türkler nezdinde toplumsallaştırabilecek en önemli aktörlerden biri Demirtaş’ken onun hala içerde tutulması bir handikaptır. Demirtaş, sürecin en başından itibaren Öcalan’ın çağrısına verdiği amasız destekle özellikle endişeli Kürtlerin ve muhalif kesimlerin sürece bakışının değişiminde etkili olan Demirtaş serbest bırakılması durumunda sürece olan güveni muhtemel şekilde artıracaktır. Ayrıca bu iki aktörün sürekli ayrıştırılarak konuşulması gerçekçi değildir. Birbirini tamamlayan özellikleri sürecin toplumsallaşmasına katkı sağlayacaktır.
Sürecin başında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin tekrarladığı ‘iç cepheyi güçlendirmek’ söylemi içinden geçtiğimiz bölgesel altüst oluş düşünüldüğünde zannediliğinden daha fazla insana ulaşmış pozitif bir vaat ve gerekçedir.”
‘CHP’YE YÖNELİK OPERASYONLAR SÜRECE OLAN GÜVENİ ZEDELİYOR’
CHP’ye ve CHP’li belediyelere yönelik operasyonlara işaret eden Giresun, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Süreç başlar başlamaz CHP’ye yönelik başlatılan kent uzlaşısı operasyonları, hem hükümetlerde hem de muhalefette sürece ve hukuki vaatlere duyulan güveni zedelemekte, aynı zamanda ‘iç cepheyi güçlendirmek’ söyleminin inandırıcılığını azaltmaktadır. Bu operasyonlar kapsamında tutuklanan, yıllardır yaptığı araştırmalarla demokrasi, barış ve sivilleşmeye büyük katkılar sunmuş saygın araştırmacı Mehmet Ali Çalışkan bugün keşke hapishanede olmasa sürece çok katkı sunacak değerli çalışmalar yapabilir ve hatta bugün Meclis Komisyonunda olabilirdi” dedi.
‘ÇATIŞMALI SÜREÇ, TÜRKLERLE KÜRTLERİ BİRBİRİNDEN AYIRMADI’
Çatışma çözümleri konusunda birçok uluslararası deneyim olmasına rağmen, şu anda yürüyen sürecin Türkiye’ye özgü olduğunu söyleyen Girasun, şöyle devam etti:
“Bu süreci emsallerinden ayıran en büyük özellik çözümün normatif hukuk kurallarıyla beraber ve belki de ondan daha önemli diyebilebileceğimiz bir başka hukuka yaslanıyor olmasıdır. O da kardeşlik hukukudur. Bu bir retorik değildir.
Kürtler ve Türkler arasında bu 50 yılda birlikte yaşama pratiği azalmadı daha da arttı. Çatışmalı süreç Türklerle Kürtleri birbirinden fiziksel olarak ayırmadı. Aksine Kürtler Batı’ya Türklerin yoğun olarak yaşadığı kentlere göç ettiler. Bu, dünyadaki benzer süreçlerde olmayan bir avantajdır. Duvarlarla bölünmüş Belfast’ı görenler ne dediğimi anlayacaktır.
Esasında uluslararası hukuktan, hatta anayasadan ve yasalardan çok daha kıymetli çok daha yapıcı, kalıcı ve bağlayıcı olması gereken ‘kardeşlik hukuku’ siyaseten ve hukuken yıprandığı, örselendiği, yok sayıldığı için bu sorunlar yaşandı.
‘KÜRT MESELESİ ARTIK TÜRKİYE’Yİ BÜYÜTME FIRSATIYLA KONUŞULMALI’
Şimdi yapılması gereken en önemli şey ‘kardeşlik hukukuna’ dönüş olmalıdır. Kardeşler nasıl eşitse, nasıl birbirine bağlıysa, nasıl birbirine güvenip birbirini kollayıp korursa aynı duygu ve düşüncenin Türk ile Kürt arasında da güçlü şekilde tesis edilmesi gerekiyor.
Kürt meselesi artık Türkiye’yi bölme riski ile değil, Türkiye’yi büyütme fırsatıyla konuşulmalıdır. Bölgedeki Kürtlerin gözü kültürel ve sosyal olarak Türkiye’ye dönüktür. Eğer Türkiye isterse komşu Kürtlerin yüzü siyasal olarak da Türkiye’ye dönük olabilir. Bir imparatorluk bakiyesi ülkeye önünde böyle büyük fırsatlar varken bölünme travması yakışmamaktadır.”
‘KARDEŞLİK HUKUKU SURİYE KÜRTLERİNİ DE KAPSAMALI’
Sürecin en önemli zorluklarından birinin de Suriye meselesi olduğunu vurgulayan Girasun, “kardeşlik hukuku”nun Suriye Kürtlerini kapsaması gerektiğini ifade etti. Girasun, şöyle konuştu:
“Türkiye’nin haklı güvenlik kaygıları ile Kürtlerin kazanımlarının bir optimal noktası vardır. Bunun alternatifi de yoktur. Eğer kardeşlik duygusu toplumsallaşır ve 86 milyonun ortak duygusu haline gelirse tıpkı Şara’nın Ankara’ya gelebilmesi gibi Mazlum Abdi’nin Ankara’ya gelebilmesinin zemini yaratılır. Suriye’deki çözümün yolu bir Kardeş başkentten Ankara’dan geçmelidir. Türkiye suriyede bir taraf olmaktan ziyade hakem pozisyonunda olmalıdır.
‘BAHÇELİ’NİN KÜRT MESELESİNDEKİ ÇÖZÜMÜ, KAPSAYICI BİR MİLLİYETÇİLİK VİZYONU’
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Kürt meselesinde çözümü, milliyetçilikle birleştiren vizyonu cesur olduğu kadar içe kapanmacı değil, kapsayıcı bir milliyetçilik vizyonu olarak da dikkat çekicidir. Bu da çözümü kolaylaştıran ve kalıcı hale gelmesine katkı sunan çok önemli bir olgudur.”
Girasun, konuşmasını “Rawest Meclis zabıtlarına girmiş bir başka Kürtçe kelime olmuş olabilir. O yüzden anlamının ‘Durmak’ olduğunu ifade edeyim. Tam da şu anda burada bugün yaptığımız gibi. Ancak buradaki durmak eylemsizliğe değil ‘durup düşünmeye’ işaret eden bir durma halidir. Herkesin dileği, bu değerli durup düşünme çabasından dönüp bakılacak bir Türkiye çözüm modeli çıkmasıdır” diyerek tamamladı.
Kaynak: Karar Gazetesi