Batmanlı gazeteci ve kamuoyunda “Balıkçı” lakabıyla tanınan İlhami Işık, Çözüm Süreci’ne dair önemli değerlendirmelerde bulundu. Işık2ın Serbestiyet platformunda kaleme aldığı yazı şöyle:
Bu süreç her ne kadar Suriye’deki olağanüstü gelişmelerden ötürü başlayan bir süreç olmuş olsa da, sürecin herkesin kazanacağı bir evreye evrilmesini sağlayacak Türkiye’nin kendi Kürt meselesinde atacağı adım olacak. Sürecin Türkiye’de bir çözüm yoluna sokulması, Suriye’deki gelişmeleri de doğrudan etkileyecek bir atmosfer yaratacaktır.
Ekim ayı yaklaşırken süreç ile alakalı kararlılık temennileri de ve Suriye’de olası herhangi bir olumsuzluğun kaygı ve endişesi de beraber sürüyor.
Her ne kadar Suriye’deki olağanüstü gelişmelerden ötürü başlayan bir süreç olmuş olsa da, sürecin herkesin kazanacağı bir evreye evrilmesini sağlayacak durum da Türkiye’nin kendi Kürt meselesine nasıl baktığıyla alakalıdır.
Kürt meselesi ve bu meselenin barışçıl yol ve yöntemlerle bir çözüm yoluna sokulması, Suriye’deki gelişmeleri de doğrudan etkileyecek bir atmosfer yaratacaktır.
Çünkü bu meselenin sinir sistemi, Türkiye’nin Kürt meselesine bakış açısında yatıyor.
PKK’nin kendisini feshetmesi ve yerleşik hayata dönüşünün sağlanması, en başta Türkiye’yi yönetenlerin bütün Kürtlere bakış açısını da değiştirecektir.
Bu durum, Türkiye’nin kendi sınırları dışında yaşayan Kürtlere yönelik negatif tutumunu pozitife dönüştüreceğinden ötürü, Suriye’deki Kürtlerin bir tehlike olarak görülmesini de ortadan kaldıracaktır.
Suriye’deki Kürtlerin bir tehlike olarak görülmemesi, aynı zamanda Türkiye’nin bu meselede sadece Araplara değil Kürtlere de garantör olmasını doğuracaktır.
Artık tek taraflı olarak Suriye meselesine bakan bir Türkiye değil; tüm taraflara eşit derecede yakın duran bir Türkiye’nin varlığından söz edeceğiz.
Tüm bunları sahici olarak değerlendirebilmek için Kürt tarihini, Kürtleri, Kürt coğrafyasının 1916 yılında İngiliz aklı ile nasıl tahrip edildiğini ve bu parçalanmışlığın ancak uluslararası arenada büyük kırılmalar olursa bir Kürt devletine dönüşebileceğini; bunun gerçekleşmesinin demek “güneşten buz parçalarının düşmesi” kadar imkânsız olduğunu bilen ve 1970’ler dünyasında sol literatürde şiddetin meşru olarak görüldüğü bir zaman diliminde “zamanın ruhunu” yakalayarak acımasız bir şiddet dalgasına başvuran PKK’nin varoluş nedenlerini iyi okuyabilen; bu şiddetin devleti daha fazla şiddete başvurmaya iten bir durumu yarattığını anlayabilen; bu kısır döngüde oluşan büyük mağduriyet tablosunda güç kazanan PKK’nin nasıl da bölünme korkusunu tetiklediğini ve oluşan bu tablodan devletin toplumu bölünme psikolojisine sürüklediği analizini yapacak — ve bu öngörülere sahip bakış açısıyla PKK’yi tarif etmesine ihtiyaç olduğu açıktır.
Aslında 45 yıllık PKK ve devlet şiddetinin görmek istemediği tablo çok nettir.
PKK ve PKK etkisindeki bazı Kürtlerin hiçbir zaman “bağımsız devlet” diye bir talep ve hedefleri olmadı.
PKK kurulduğunda bile öne sürdüğü bağımsız devlet talebini sadece tek güç olmak adına sürdürdü ve nitekim tek güç olunca da bu talebinden vazgeçti.
Nasıl ki tek güç olmadan öne sürdüğü düşünceler için dayanaklar bulduysa, aynı şekilde tek güç olduktan sonra da bağımsız devlet talebinden vazgeçen dayanaklar bulma konusunda hiç zorlanmadı.
Üzerine inşa ettiği “Kürdistan’da zorun rolü” teorisinin sosyolojik bir karşılığı vardı ve hep olmuştu; bu teori ile her zaman 180 derece dönüş yapma kabiliyetine hep sahip oldu.
Hal böyleyken, PKK Türkiye’deki Türklerden daha fazla Türkiyeli; İran’daki İranlılardan daha fazla İranlı; Irak’taki Iraklılardan daha fazla Iraklı; Suriye’deki Suriyelilerden daha fazla Suriyeli bir örgüttür.
Ama bu tanım ile kendisini zor üzerinden ifade etmesi nedeniyle hep derin bir çelişki yaşamıştır.
Çünkü teorik olarak hedeflediği devletlerin bölünmez bütünlüğü ile elinde silahla kendisini kabul ettirme stratejisi arasında derin bir uçurum vardı.
Hedefleme, silaha gerek olmayan bir hedefleme olmasına rağmen; “zor ve şiddet” olmasa olmayacak olan bir örgütün varlığı beraber sürdürülecek bir durum değildir.
Ya hedeflemeden vazgeçecek, ya da şiddetten vazgeçecek.
Bunun başka yol ve yöntemi yoktur.
İkisinden de vazgeçmediği için bugün bir çembere sıkışmış vaziyettedir.
Devletin güvenlik politikalarıyla eş zamanlı olarak demokratik reformları hızlandırması, toplumsal fay hatlarını onaracak en pratik yoldur; bu süreçte sivil toplumun ve yerel aktörlerin sürece dahil edilmesi hayati önemdedir.
Eğer söylendiği gibi bir devlet aklı varsa, bu kördüğümü çözecek iradeyi de göstermelidir.
Türkiye, Kürtlerin hak ve özgürlükleri ile ancak daha büyük bir ülke olur.
Kürtlerin hak ve özgürlükleri Türkiye’yi daha demokratik, daha zengin ve daha güçlü hale getirir.
Kürtlerin kendilerini özgür hissettikleri bir Türkiye, aynı zamanda bölgesel barışın da garantisi olur.
Yeter ki istensin ve başka bir yolu olmadığına inanılsın.